Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

KOP KOP KOOP.

S.T.K. mı? S.K.T. et.

Tiyatro Oyunu

(İki Perde)

 

 

  1. PERDE

 

Arz-ı Endam

 

Sahnede biri geniş, ikisi dar olmak üzere üç siyah panel bulunur. Geniş panel sahne ortasında ve geride olup, üstünde “BİRLİK’TEN KENEF DOLAR!” yazılı bir döviz asılıdır. Dar paneller geniş panelin az önünde, sahnenin sağında ve solundadır. Geniş panel sahneye paralel, dar paneller ise açılıdır. Geniş panel ile dar panellerin araları sağdan ve soldan girişlerdir. Soldaki panelin önü genellikle kahvehane mizanseni için kullanılır. Panelin önünde bir ocak ile sandalyeler ve masalar vardır. Sağdaki panelin önü ise yönetim kurulu odası olarak kullanılır ve önünde bir masa, koltuklar ve sehpa vardır. Sahne ortası, toplu mizansenler için boştur, gerekli olduğunda, kahvenin ve yönetim kurulu odasının dekorları kullanılır ya da yardımcı dekorlar getirilir.

 

Oyuncuların üzerinde siyah pantolon ve tişört vardır. Hüseyin kırmızı, kurul üyeleri koyu mavi ya da lacivert, diğer oyuncular ise siyah tişört giyerler. Köylüler kimi zaman poşu, kasket vb. Aksesuarlar takarlar.

 

Perde açıldığında tüm oyuncular sahne ortasında, hareketsiz, dağınık ve yatar haldedir. Hızlı bir giriş müziğinden sonra ritim yavaşlar ve susar. Sırası gelen oyuncu doğrulup repliğini okur ve oturur halde kalır. Okumalar düzensiz, tonlamalar farklıdır.

 

  • Tanıdık gelebilir isimler, bildik sözler ya da deyimler.
  • Adın geçerse alınma, sanal bir ülke burası.
  • Ülke neresi, devlet orası. Her karışı canımın parçası.
  • Zengini arsız, fakiri çulsuz. Neresi burası?
  • Başında tacı, kıçında kurdu, orası burası.
  • Boşa arama bulamazsın, ne haritada, ne Google’da.
  • Yerini biz bulduk, bu ülkeyi biz kurduk.
  • Düzelttik sağını solunu,
  • Adı Kakunya koyduk.
  • (Topluca) KAKUNYA!
  • (Ayağa kalkar) Çok yaşa Kakunya! (Kimse katılmayınca susar ve oturur.)
  • Denizle kaplı dört yanı,
  • Bir o kadar da çok düşmanı,
  • Ne sanatçısı, filozofu,
  • En meşhurdur başkanı.

 

Oyuncular ayağa kalkar ve rastgele eşleşip, tokalaşır ve kucaklaşırlar.

  • Vayyy Başkanım!
  • Başkanım naaber yahu?
  • Başkan… Nerelerdesin sen ya?
  • Başkanım, bak kim var yanımda. Bizim As Başkan.
  • Başkan ne zaman döndün sen?
  • Başkanım tanıştırayım, Dernek Başkanımız…
  • Vay vay vay, başkanların başkanı…
  • Sayın başkanım…
  • Hürmetler başkanım.
  • Başkanım ben de başkanım.
  • Başkanım, sayın başkanım.
  • Başkanım. Başkanım da başkanım.

Hüseyin: (Sağdan girer) Lan bir durun. Ne bu yahu? Başkanım, başkanım. Manyak mısınız lan siz? Ona başkanım, buna başkanım. Nasıl bir ülke lan burası?

  • Ama başkanım…

Hüseyin: Sus. Başkanımmış. Hay başkanlar sevsin sizi be.

  • Seviyor zaten.
  • Biz de onları seviyoruz.
  • (Slogan ritminde) En büyük başkan, bizim başkan.

Hüseyin: (Azarlar) Tamam tamam. Hadi geçin arkaya. Geçin de girişi yapalım. (Oyuncular arkada iki üç sıra hizalanır. Hüseyin abartılı el hareketleri ile onları yönlendirir. Orkestra şefi gibidir. Sahnede yavaştan hızlıya bir aksiyon gelişir.) Sen öne gel, sen geri git, sen orda kal, sen sola kay, sen beri git, sen onu it, sen onun yerine, o senin berine, sen önde, sen yanda, sen sağa, sen sola, sen gel, sen git, sen dur, hooooooooop… Dur. (Diğer oyuncular hareketsiz kalır, Hüseyin seyirciye döner.) Efendim, arz edeyim burası Kakunya. Havası güzel, insanı özel, dört yanı deniz kaplı, yeri pek bi mühim, sevgili vatan. Toprağı maden, geçmişi destan, çevresi düşman dolu caaaanım ülke.

  • (Arkadan biri) Vatan, Millet, Kakunya!

Hüseyin: Buyrun. Düşmanın lafını duydu mu yerinde duramaz bunlar. Yıllarca böyle öğretilmiş çünkü. Her dönem baştakilerin yarattığı yeni yeni düşmanlar girmiş rüyalarına. Bugün öteki, yarın beriki. Tepedeki kim dediyse düşman, ona cephe almış tüm Kakunya halkı. Kapıdaki düşmanla haşır neşirken millet, yılanın başta olanı götürmüş parsayı. Yıllarca çekmedikleri kalmamış baştan, ama hep de istemişler başlarına bir başkan. Kah sınıf başkanı, kah dernek başkanı, kah sendika. On kişiden birinin başkan olduğu bir ülke burası. Sebebi çok belli; gaz alma. Evet, gaz alma. Yönetilenler özenmesin diye yönetmeye, testiyi tutanlar birer parmak bal çalmış diğerlerinin ağzına. Hele bir de yemesi içmesi bol, seyahati sık bir başkanlıksa makamı, o zaman ekmek kadayıfı hem de kaymaklı.

 

  1. Tablo * Kooperatifi Kuralım, Kobrayı Salalım

Oyuncular tarlada çalışma mizansenine geçerler, Hasan hariç diğer mavi tişörtlüler sahneyi terk eder. Kimi tohum atar, kimi çapa yapar, kimi keser, kimi taşır.

 

Hasan: (Durur. Matarasından bir yudum su içer. Ağzını silerken) Hüseyin… Ne diyom biliyon mu?

Hüseyin: (Döner şaşkın) Yooo bilmiyom.

Hasan: Diyom ki, biz naapıyoz şimdi?

Hüseyin: Ne mi yapıyoz? Çalışıyoz.

Hasan: Nerde?

Hüseyin: Elinin köründe. Nerde olcak, tarlada.

Hasan: Tarlada naapıyoz biz?

Hüseyin: Lan görmüyon mu? Domatları çapalıyoz.

Hasan: Naapçaz bu domatları?

Hüseyin: (Matarasını kapar) Olum ne içiyon sen, böyle güneşin alnında? (Bir yudum içer)

Hasan: İçmiyom bi şey. Sen soruma cevap ver.

Hüseyin: (Matarayı uzatır, kendi kendine) Güneş çarptı heral.

Hasan: Hadi söyle, naapçaz bu domatları?

Hüseyin: Ne mi yapçaz? Kızardılar mı, toplayıp satçaz celebe.

Hasan: Celebe satçaz de mi?

Hüseyin: Heee.

Hasan: Kaç paraya satçaz?

Hüseyin: Ne bilem ben. Kaç para verise.

Hasan: Güneşin alnında, kıçımızdan ter damlaya damlaya toplucaz. Sonra da kaç para verise, o paraya celebe satçaz. He mi?

Hüseyin: Heee.

Hasan: Yazık deel mi bize?

Hüseyin: Yazıkkkk?

Hasan: Niye kendimiz satmıyoz bunları?

Hüseyin: Oğlum satıyoz ya işte.

Hasan: Öle demiyom. Bu domatları toplasak… Fabrikamızda salça yapsak… Sonra da götürüp marketimizde satsak…

Hüseyin: Fabrika mı?

Hasan: Misal diyom.

Hüseyin: Marketimizde satsak diyon?

Hasan: Yahu farzı misal.

Hüseyin: (Arkaya seslenir) Neriman, dayımgili ara hemen, baytarı kapsın, acele buraya gelsin. Bizim Hasan’ı güneş çarptı. Söyle, tez gelsin emme.

Hasan: Ne güneşi be? Güneş neyin çarpmadı, aklım da dimam da yerinde çok şükür.

Hüseyin: Eee ne saçmalıyon o zaman? Yok salça fabrikasıymış, yok marketmiş…

Hasan: Ya Hüseyin bak bi şey anlatmaya çalışıyom sana.

Hüseyin: Deyiver o zaman ne diyceksen.

Hasan: Diyom ki, bi kooperatif kursak…

Hüseyin: Kooperatif mi?

Hasan: He ya, Kooperatif.

Hüseyin: İnşaat mı yapçaz tarlanın ortasına?

Hasan: Kooperatifler yalnız inşaat için olmaz ki.

Hüseyin: Başka ne için olur?

Hasan: Her şey için olur. Kooperatif demek; üreticilerin yani bizlerin, aracıları yani celepleri aradan kaldırıp, ürünlerini daha iyi şartlarda satması demek.

Hüseyin: İyimiş.

Hasan: İyi tabi. Bak şimdi, bi domates kooperatifi kursak, üç beş de sermaye katıp, bi salça fabrikası yapsak fena mı olur?  Domatlarımızı da orda işler, salça haline getiririz. Domatesi kaça veriyoz biz celebe?

Hüseyin: Vallah taş çatlasın, kilosu yirmi, yirmi beş kuruş felandır.

Hasan: Yirmi kuruş de mi? Peki, salçayı ne kadar alıyon marketten?

Hüseyin: Salça mı? (Düşünür) Yedi, sekiz lira falan herhalde.

Hasan: Bak gördün mü hesap ortada. Beş kilo domattan bi kilo salça çıksa, beş kere yirmi… Ne yapar? Beş kere yirmi… (Kafadan hesap yapar gibi gözlerini oynatır) Ordan sıfırı çarp beşle. Elde var bir. İkiyi de tut. Ne etti?

Hüseyin: Beş kere yirmi, yüz yapar şaşkın. Bi lira yani.

Hasan: Gördün mü bak, bi lira nire sekiz lira nire?

Hüseyin: He vallah doğru söylüyon. Kuralım o zaman kooperatifi. Peki, nasıl kurcaz?

Hasan: Çok kolay. Hemen toplaşçaz, hepimiz üye olup, sermaye katçaz. Al sana kooperatif.

 

Birkaç sıra çember oluşturup, ortada toplanırlar. Biri seyircinin göreceği şekilde pankart açar “S.S. Kakunya Domates Üreticileri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi”. Tokalaşırlar, öpüşürler.

 

Hasan: Kooperatifimiz vatana millete hayırlı uğurlu olsun.

Hüseyin: Hayırlı olsun olmasına da, şimdi noolucak pekii?

Hasan: Kooperatifimize bi de başkan seçicez.

Hüseyin: Başkan mı? Başkansız olsa olmaz mı?

Hasan: Olmaz. Mutlaka bi başkan seçmemiz lazım.

Hüseyin: İyi seçelim o zaman.

 

Biri pankart açar “Seçim Kampanyası”. Sahnede hareketlilik başlar. Küçük küçük gruplaşmalar; kulisler, koşuşturmalar, konuşmalar. Ortaya sandık gelir, hızlıca oy kullanırlar.

 

  • Değerli üyelerimiz, kooperatifimizin 1.Olağan genel kurulunda yapılan seçim sonucuna göre; Hasan Şemşik Sınırlı Sorumlu Kakunya Domates Üreticileri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin Yönetim Kurulu Başkanı olmuştur. Mazbatasını takdim eder, kendisine yeni görevinde başarılar dilerim. (Bir kağıt verir, tokalaşıp öpüşürler)

 

Hasan: Değerli çiftçi kardeşlerim. Beni bu makama layık gördüğünüz için hepinize ayrı ayrı teşekkürü bir borç bilirim. Sizden aldığım güç ve destekle, bu nadide kooperatifi layık olduğu yere taşımak için, gecemi gündüzüme katacağıma söz veriyorum. Genel kurulumuz vatana millete hayırlı, uğurlu olsun. (Alkışlar)

Hüseyin: (Hasan’ın koluna girer, sahnenin önüne götürür) Eeee, kooperatifimizi kurduk, başkanımızı da seçtik. Hadi şimdi doğru tarlaya, çalışmaya.

Hasan: Yooo Hüseyin’ciğim, ben artık başkan oldum. Bundan sonra sen tarlaya, ben toplantıya.

 

 

  1. Tablo * Çaylar Filiz, Ödesin Keriz

 

Kahvehane mizanseni, üç adet masa ve yanlarında ikişer sandalye şeklindedir. Arkada basit bir ocak bulunur. Öndeki masada Ahmet tek başına oturmakta ve gazete okumaktadır. Onun sol gerisinde komutanla Cafer, sağda ise tek başına Recep oturmaktadır.

 

Aliş: (Girer, başında kasket, boynunda poşu vardır.) Selamın hello… (Nazmi’ye) Nazmi abi acele bi çay istiyom ama çok açık olsun. Günaydın Recep abi. (Sandalyeyi işaret ederek) Boş mu?

Recep: (İsteksiz kafasını sallayıp onay verir)

Cafer: Bak bak, koca ağaya abi deyip duru…

Aliş: Ne deseydim peki? Reco mu deseydim ya da Recoş?

Recep: (Sert) Sabah sabah terbiyesizlik yapma Ali.

Aliş: Haksız mıyım ama Recep Abi? Köyümün ileri gelenlerindensin. Hatta en önde gidenisin. Artı büyüğümsün… Artı babişkomun arkadaşısın. Ne diyim yani? Abi demiyim de baba mı diyim. (taklit yapar) Hani filmlerde oluyo ya “Amca size baba diyebilir miyim?” (Kahkaha atar)

Recep: Aliiiii uzatma da otur çayını zıkkımlan.

Aliş: (Otururken) Recep abi yalnız rica edicem Ali değil Aliş. Pilisss.

Recep: Hasbinallah venil ven vekil.

Nazmi: (Çayı getirir.) Ali hayırdır, nereye böyle sabahın köründe?

Aliş: Tarlaya gidicem Nazmi abi, arık açmaya. Nasıl açılıyosa?

Cafer: Arık mı? Kamil’i gönderseydiniz. Sen niye gidiyon?

Aliş: Yok babam illa sen git dedi. “Git hayatı öğren. İlerde bana bi şey olursa sen bakıcan” dedi “bu tarla bahçe işlerine.”

Ahmet: (Alaycı) Eh, haksız da sayılmaz hani. Evin tek erkek çocuğu sensin. Öğrenmen lazım tohum nasıl atılır, tarla nasıl sürülür.

Aliş: Ay bana ne tarladan marladan… Hiç uğraşamam vallah. Stilist olucam ben.

Komutan: Stilist mi? O ne lan?

Aliş: Stilist… Yani… Şöyle anlatayım komutan amca; hani mankenler defile felan yapıyolar ya?

Komutan: Eeee?

Aliş: Hani o defilelerde böyle cicili bicili kıyafetler giyiyolar ya?

Komutan: Eeee?

Aliş: İşte o kıyafetleri çizenlere, stilist deniyo.

Komutan: Haaa… Ondan mı olcan sen?

Aliş: Hı hı. En büyük hayalim. Şöyle ünlü bi stilist olmak için neler vermezdim neler. Tabi babamı ikna edebilirsem…

Ahmet: Edersin yahu… Neden olmasın? Ne güzel işte, köyümüzden her bi bok çıktı, bi de stilist çıksın. Fena mı olur?

Aliş: Di mi ama ya? Köyümüz için de gurur kaynağı olurum.

Ahmet: Tabi, tabi.

Aliş: (Hepsine) Siz de konuşur musunuz babamla? Müsaade etmesi için yardımcı olur musunuz bana?

Cafer: Konuşuruz konuşmasına da, (Komutana dudak büker) tepkisi nasıl olur bilemem?

Ahmet: Çocuk istiyo yahu. Elden ne gelir?

Recep: Nerde yapcan bu işi? Köy meydanında mı?

Aliş: Dalga geçme Recoş abi ya… Pardon Recep abi. Köy meydanında defile mi olur? (Gözlerini yukarı kaldırıp, biraz düşünür) Gerçi hiç de fena bi fikir değil. Şöyle pullukları ortaya koyar, yanına da bir iki balya saman atarız. Yerel kıyafetler felan… Çok folklorik bir defile olur. Bunu yazayım bi kenara. (Heybesinden kağıt kalem çıkarıp not alır)

Ahmet: Samanların yanına bi iki de eşek koy. Tam köy işi olur o zaman. Eşek bulamazsan söyle, bir iki isim veririm ben sana.

Aliş: Dalga geçme Ahmet abi ya. Ben çok ciddiyim. Vallahi gözümü kararttım, gerekirse kaçıp gidicem şehre.

Recep: Nerde öğrenecen bu işi? Okulu mu var bu zımbırtının?

Aliş: Yok Recep abi kursa gidicem. Harçlıklarımı biriktiriyom. Parayı tamam edince ver elini, moda kursu.

Ahmet: Allah yolunu açık, bahtını aydınlık eylesin.

Aliş: Amin, amin. Neyse ben kaçayım artık. Bu arık işini akşama kadar halledemezsem, babişkom canımı okur vallah. (Çıkarken kapıda Hüseyin’le karşılaşır.) Günaydın Hüseyin amca.

Hüseyin: Günaydın Aliş bu ne telaş böyle. (Cevabı alamaz, kahvedekilere) Nereye gidiyo bu… Böyle sabahın köründe?

Komutan: Tarlaya göndermiş babası, arık açmaya.

Hüseyin: Yahu bu ne annar arıktan?

Cafer: Babası da bundan medet umuyo işte.

Hüseyin: Ne yapsın adam? Allah bi erkek evlat verdi, onu da yarım verdi. (Ahmet’in yanına oturur.)

Ahmet: Erkencisin Hüseyin abi?

Hüseyin: Kasabaya gidicem ben de. Gitmeden bi çay içeyim, açılayım dedim. (Geriye döner) Nazmi çay versene bize.

Ahmet: Gözün Aydın… Seninkiler kurutmanın kararını almış.

Hüseyin: Eski köye yeni adet. Ne güzel seriyorduk tarlaya muşambaları, kurutuyorduk domatları. Nerden çıktı şimdi bu kurutma işi?

Ahmet: Güneşte kurutmak toksini arttırıyormuş abi. İhracatçılar illa fırınlı kurutma istiyo.

Hüseyin: İyi de kardeşim, hepi topu üç ay çalışacak diye de, milyarlarca lira harcanır mı böyle bi tesise?

Ahmet: Harcamalar tesisle kalsa iyi. Örnek tesislere bakıcaz, teknoloji inceliycez diye adamların gitmedikleri vilayet kalmadı.

Hüseyin: Tabi tabi, kurutma bahane, seyahatler şahane.

Ahmet: Naapıcan abi, başkanımız ve yönetim kurulumuz öyle istiyo.

Hüseyin: Yönetim kurulu mu? Ne kurulu, ne yönetimi Ahmet? Adam kooperatif kuruyoz diye bütün akrabayı taallukatı topladı. Neymiş, yönetim kurulu. Enişte, dayı, amcaoğlu. Sevsinler öyle kurulu.

Ahmet: Biz istedik, biz seçtik abi… Yakınmıcaz şimdi.

Hüseyin: Biz ne anlarız Ahmet kooperatiften, yönetim kurulundan. Kooperatif kuralım dedi, kurduk. Bizi seçin dedi seçtik.

Ahmet: İyi yaptık. Madem seçtik, şimdi fazla sesimizi çıkarmıcaz artık.

Hüseyin: Haklısın. Köpeğe kızılmaz, azdıran sahibiyse…

Ahmet: Sen onu bırak da, asıl bombayı dinne. Seninki daha kurutmayı bitirmeden, pek yakında salça fabrikasının temelini atacakmış.

Hüseyin: Salça fabrikası mı?

Ahmet: Tabi ya. Sağda solda “Kurutma bitsin, hemen fabrikayı da kuracaz” diyomuş.

Hüseyin: Neyle kuracakmış peki?

Ahmet: Neyle kuracak abi? Yapacak bi sermaye arttırımı. Hadi ortaklar pamuk eller cebe.

Hüseyin: Ulan bizim etimiz ne, budumuz ne? Elde avuçta üç beş kuruş bi şey vardı, onu da yatırdık, sermaye diye. Daha ne verecez?

Ahmet: Vallah onu bunu bilmem abi. Ufukta göründü, hazırlıklı olalım.

Hüseyin: Nazmi su da ver bize.

 

  1. Tablo * Ürün Alma, Gönül Al

 

Hasan, sahnenin önünde bir masanın arkasında durur, diğer oyuncular ise ellerinde tahta kasalar, masanın önünde sıraya girmişlerdir. Kasalar kimi oyuncunun elinde, kimininse yerde, yanındadır. Oyuncular kooperatife ürün teslim etmektedirler. Oyuncular kendi aralarında konuşurlar. Uğultu başkanın konuşmasıyla kesilir.

 

Hasan: Telaş etmeyin, telaş etmeyin. Herkesinkini alıcam sırayla.

Süleyman: (Ortalardan, vurgulu) Benimkini de alıcan mı?

Hasan: Süleyman terbiyesizlik etme. Vallah ortak mortak demem girişirim.

Süleyman: Şaka yaptım ya, ne sinirleniyon?

Hasan: Şakaymış. Şakanın sırası mı şimdi? Görmüyon mu kalabalığı?

Süleyman: Görüyom görmesine de… Ne zaman bitçek bu iş? Sabahın köründen beri bekliyom. Tarlaya gitçem ızgara çekmeye.

Hasan: Gidersin, ne acele ediyon? Teslim et domatları, ondan sonra ne cehenneme gidersen git. Evet, arkadaşlar sırası gelen ortak kantara geçip malını tarttırsın. Sonra da kantar fişiyle gidip tesellüm makbuzunu alsın.

Süleyman: Kaçtan alıyonuz domatları?

Hasan: Yirmi beş kuruş.

Süleyman: Yirmi beş kuruş mu? Tüccar otuz veriyo. Hem de peşit para.

Hasan: Naapayım, Yönetim Kurulu kararı var.

Süleyman: Yönetim Kurulu mu? Yani Şemşiklerin Rüstem, Delibaş Abidin, Gelgeçlerin Davut, bi de Kırkyalan Feyzullah. Bu mu Yönetim Kurulu dediğin?

Hasan: Heee…

Süleyman: Bunlar mı aldı o kararı?

Hasan: Evet.

Süleyman: Ne kararı aldılar peki?

Hasan: Dediler ki; “bu sezon kooperatifimizin domates alış tavan fiyatı yirmi beş kuruş olsun”. Karar no beş.

Süleyman: Körler sağırlar birbirini ağırlar. Peki, ödeme için ne dedi bu möhim Yönetim Kurulu?

Hasan: En kısa zamanda inşallah.

Süleyman: Ödeme için karar almadılar yani?

Hasan: Yok onun için almadılar bi şey. Ama domatları kurutup, sattık mıydı, hemen öderiz paralarınızı. Hiç merak etmeyin.

Süleyman: Nasreddin Hoca hesabı yani. Ölme eşeğim ölme. (Uğultu yükselir.)

Hasan: Arkadaşlar, siz kulak asmayın Süleyman’ın dediklerine. Ürünleriniz en iyi şekilde değerlendirilip satılacak ve paralarınız en kısa sürede ödenecek. Unutmayın, bu kooperatif sizin katkılarınızla büyüyecek ve gelişecek.

Süleyman: Kooperatifi kurarken yeterince katkı yapmadık mı? Üye başına onar bin lira aldınız. Nooldu o paralar?

Hasan: Yahu söyledik ya. Kurutma tesisi kuruyoz.

Süleyman: Hani ortada bi şey yok daha.

Hasan: Bu işler paldır küldür olmuyo. Fizibilitesi var, projesi var, ihalesi var. Var oğlu var.

Süleyman: Seyahati var, yemesi var, içmesi var. Var oğlu var.

Hasan: Ordu bozanlık yapma.

Süleyman: Bi şey yapmıyom ben, aklıma gelen dilime düşüyo. Naapayım?

Hasan: Tut o zaman dilini. (Sıradakilere) Evet, sıra kimde? Sen de geç bakalım içeri.

Süleyman: Peki ne zaman olur bu kurutma? Yetişir mi bu sezona?

Hasan: Süleyman, delirtme beni. Sana laf annatçam diye milletin ürünlerini alamıyom.

Süleyman: Yetişir mi yetişmez mi?

Hasan: Yetişir. Rahatladın mı?

Süleyman: Bu domatları tesiste kurutçanız yani?

Hasan: Kurutçaz inşallah. Firmayla annaştık sayılır. Bugün yarın atar temeli. (Sıradakilere) Sen de geç içeri. Tam karşıda kantar var. Tarttır al fişini.

Süleyman: Salça fabrikası? Bi de onu dediydin seçimde. O ne zaman olacak?

Hasan: O da olacak. O da olacak inşallah. Yeter ki, siz desteğinizi bizden esirgemeyin.

Süleyman: Hiç şüphen olmasın, bütün köy halkı arkanızdayız. Ne zaman isterseniz desteklerimiz hazır.

Hasan: Terbiyesizlik yapma.

Süleyman: Kötü maksatla söylemiyom. Hep destek, tam destek yani.

Hasan: Tamam Süleyman uzatma. Bak bekliyor insanlar. Hadi arkadaşlar hadi… İlerleyelim şöyle.

 

  1. Tablo * Heyetsel Türden Yakınlaşmalar

 

Hasan masanın arkasında oturur. Masanın önünde yönetim kurulu üyeleri ve bir kooperatif üyesi vardır.

 

Faruk: Başkanım şindi yeri değil ama ne oldu bizim kızın işi?

Hasan: Halletçez, halletçez. Acele etme. Sırada kaç kişi var biliyon mu?

Faruk: Biliyom bilmesine de, seçim döneminde söz vermiştiniz. Başkan olayım, kızını kesin sokucam işe demiştin.

Hasan: Dedim emme nereye sokacam onu bilemiyom. Kooperatif ağzına kadar eleman doldu. Elemanları oturtacak yer kalmadı artık, bi masada dört kişi oturuyolar.

Faruk: Haklısınız sayın başkanım da…

Hasan: Allah seni inandırsın, aldığımız personele iş bulabilmek için göbeğimiz çatlıyo yahu. Misal, Musa’ın oğlunu tuvaletin kapısına koyduk. İşi, girip çıkanları saymak. Deftere yazıyo, ay sonlarında da rapor veriyo Yönetim Kurulu’na. Kaç kişi girdi, kaç dakka kaldı. Yaşlara göre sayıları, cinsiyetleri…

Faruk: Musa… Yanyatmaz Musa’nınki mi?

Hasan: Ha o işte.

Faruk: (Kinayeli) Maşallah, kooperatifin en can alıcı görevini vermişsiniz kendisine… Hangi okulu okumuştu o?

Hasan: Gazetecilik ve Halkla İlişkiler. Yarın öbür gün kooperatife bi gazete kurarsak, oraya transfer etçez inşallah.

Faruk: Benim kız da Ziraat Fakültesi mezunu.

Hasan: Biliyom Faruk biliyom da, kadro açamıyom. Açıversem alıvercem ama açamıyom işte.

Faruk: Çengel İbraamın kızını alıverdin ama kadro neyin bakmadan. Hem kız kooperatifle hiç alakası olmayan bi bölümden mezundu. İspanyol dili ve edebiyatı…

Hasan: Öyle deme… Yarın öbür gün ürettiğimiz domatesleri AB ülkelerine satıcaz Allah’ın izniyle. Farzı misal, İspanyollara domat satarken gidip ekstradan tercüman mı tutucam? Hazır tercüman var, yapıştırıcaz malı.

Faruk: Bahaneye bak. Dere görmeden paça mı sıvanır? Peki, şimdi ne iş yapıyo orda?

Hasan: Şimdilik mal kabule verdik, ortakların getirdiği domatesleri seçiyo.

Faruk: Bak gördün mü, isteyince oluyo demek ki. İstesen benim kıza da bi yer bulursun.

Hasan: Öyle deme babasının seçimde çok desteğini gördük. En az on beş delegeyi bizim tarafa getirdi.

Rüstem: (Soldan girer.) Başkanım heyet geldi.

Hasan: Neyse bakarız bi hal çaresine. (Rüstem’e) Al içeri al. Hadi arkadaşlar karşılayalım heyeti. (Soldaki araya yürürler.)

 

Kızlı erkekli bir grup sol aradan giriş yapar. Tokalaşarak karşılama merasimi yapılır.

 

Mustafa: Sayın başkanım, Kakunya Ticaret Odası olarak, yeni görevinizi kutlar, başarılar dileriz.

Hasan: Çok teşekkür ederiz. Sağ olun var olun. Hoş geldiniz. Sefalar getirdiniz.

Mustafa: Tanıştırayım efendim. İcra Kurulu Başkanımız Hatice Hanım, Disiplin Kurulu Başkanımız Kazım Bey, Yayın Kurulu Başkanımız Filiz Hanım, Danışma Kurulu başkanımız Ömer Bey. Bendeniz de Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Demirkaş.

Hasan: Çok memnun oldum Mustafa Beyciğim. Maşallah bütün başkanları toplamışsın.

Mustafa: Hepsi bu kadar değil efendim, Meclis Başkanımızla, Teftiş Kurulu Başkanımız mazeretleri nedeniyle teşrif edemediler. 

Hasan: Ne demek,  lafı mı olur. Bi daha ki sefere inşallah. Buyrun geçelim şöyle. (Masanın önündeki sandalyelere oturtur.) Efendim müsaadenizle ben de tanıştırayım arkadaşlarımı. Rüstem As başkanımız, yani benim yardımcı. Yönetim Kurulu üyelerimiz Davut, Abidin, Feyzullah.

Mustafa: Memnun olduk efendim. Görevleriniz hayırlı uğurlu olsun.

Hasan: Eksik olmayın.

Mustafa: Tebrik için geç kaldık biraz, kusurumuza bakmayın artık. Malum seyahatler, toplantılar… Bir telaştır gidiyor. Bi boşluk bulup, gelemedik bi türlü. Nasip bugüneymiş.

Hasan: Aman efendim lafı mı olur. Geç olsun güç olmasın.

Mustafa: Haklısınız. Güç demişken, seçiminiz nasıl geçti bu arada, rakipler zorladı mı sizi?

Hasan: Yok efendim ne zorlaması, tereyağından kıl çeker gibi aldık seçimi evvel Allah.

Mustafa: Ne güzel. Bizim seçimler kıran kırana geçiyor her seferinde.

Hasan: Bizim ilk genel kuruldu ya, hiç rakip yoktu desem yeridir. Ben bi tosun kesip, köy meydanında delegeye toplu bi yemek verdim. Sağ olsun Rüstem de evlerine birer çuval gübre gönderdi. Onlar da hoooop oyları bize gönderdi.

Mustafa: Vallahi ilk seçimde çözmüşsünüz şifreyi.

Hasan: Mustafa’cığım bizim delege domat gibidir. Sen gübreyi vermezsen o da sana zebzeyi vermez.

Mustafa: (Güler) İlahi başkan o ne biçim benzetme öyle?

Hasan: Yalan mı Mustafa’cığım. Vermeden almak, Allah’a mahsus.

Mustafa: Haklısınız, haklısınız. Vallahi başkanım işiniz zor. Domates Kakunya’nın önemli ihracat kalemlerinden biri. Zahmeti çok, firesi bol, kazancı az bi ürün. Kurusu ayrı dert, salçası ayrı. Önünüzde zorlu bir süreç var. Allah yardımcınız olsun.

Hasan: Hallolur hallolur, onların hepsi hallolur Mustafa’cığım. Sen bırak şindi domatları da, yurt dışı seyahatlerden bahset bize.

Mustafa: Yurt dışı mı?

Hasan: E ya. Kurutma tesisi bahanesiyle yurtiçi birkaç vilayete gittik ama arkadaşlar illa yurt dışı diye tutturuyo. Hazır salça fabrikası işi de varken önümüzde, bir iki de yurt dışı yapalım diyoz. İlk nereye gitmiştiniz siz, heyet olarak?

Mustafa: Vallahi tam hatırlamıyorum ama sanırım Ukrayna’ydı. (Yanındakilerden onay alarak) Evet evet biz ilk önce Ukrayna’ya gitmiştik.

Hasan: Ukrayna’mı?

Mustafa: Evet. Biliyorsunuz alışverişin en yoğun olduğu ülke Ukrayna. Arkadaşlar da çok memnun kaldılar bu seyahatten.

Hasan: (Arkadaşlarına) Olmazsa biz de önce oraya gidelim.

Mustafa: Çok önemli bir nokta, Ukrayna’ya gidecek heyete kadın üyeleri dahil etmemekte yarar var. Heyetler arası görüşmelerin selameti açısından.

Filiz: Mustafa Bey, ayıp oluyor ama.

Mustafa: Fakat bir hafta sonra da Kadın üyelerimiz için Fransa yapmıştık, (Gönlünü almak için Filiz’e) ne güzel seyahatti ama. Paris, Eyfel Kulesi… Akşam günbatımında Şanzelize’de içilen kahveler.

Hasan: (Arkadaşına) Hepsini not al. Hiçbirini es geçmeyelim.

Mustafa: Hele Yunanistan seyahati bambaşkaydı. (Arkadaşına) Ne için gitmiştik oraya?

Ömer: Atina Denizcilik Fuarı…

Mustafa: Ha evet hatırladım, Denizcilik Fuarıydı. İlk gün fuarda göstermelik bi tur atıp, sonra attık kendimizi Atina sokaklarına. Biz Psiri’de uygun taverna ararken, kimle karşılaşsak beğenirsin?

Hasan: Kimle?

Mustafa: Kakunya Metal İşleri Sendikası heyetiyle. Onlar da seminer için gelmişler. Hadi ordan hep beraber doğru tavernaya. Vur patlasın çal oynasın. Ne tabak kırdık Hasan Beyciğim ne tabak kırdık anlatamam.

Hasan: (Arkadaşına) Yaz. Yunanistan. Taverna. Tabak.

Mustafa: Arkadaş yazıyorsa, aman atlamasın, İtalya diyorum, başka da bi şey demiyorum. Genelde yaz aylarında tarım ve hayvancılık fuarları olur Roma’da. Her bahaneye uygun. Tavsiye ederim.

Hasan: (Arkadaşına) İtalya. Özellikle de Roma. Başka tavsiyeleriniz var mı Mustafa Beyciğim?

Mustafa: Vallahi nereyi söylesem, o kadar çok ki. Biz iki yıldır görevdeyiz. Yirmi dört tane ülke gezdik. Hepsi birbirinden güzel. Her aya bi tane anlayacağın. Yurtiçleri gene hiç saymıyom.

Hasan: Tayland diyo arkadaşlar ama ben pek istemiyom. Böcek felan yiyomuş onlar.

Mustafa: Olur mu efendim. En egzotik ülkelerden biridir Tayland. Phuket’i var, Pattaya’sı var, Spa’sı var. Odaların, derneklerin favori seyahat adreslerinden biridir orası. Kesinlikle tavsiye ederim.

Hasan: Yazalım o zaman Tayland’ı da.

Hatice: Ben de bi yer tavsiye etmek istiyorum müsaadenizle.

Hasan: Ne demek efendim buyrun.

Hatice: Fas diyorum ben. Özellikle de Kazablanka. Hem gizemli, hem romantik. Biliyorsunuz filmi bile yapılmıştı.

Hasan: Yazalım Fas’ı da yazalım. Evet nereleri demiştik. (Arkadaşından notu alır) Ukrayna, Fransa, Yunanistan, İtalya, Tayland ve Fas. Şimdilik bu kadar yeter bize. Mali genel kurula kadar hepsini tamamlarız hayırlısıyla.

Mustafa: İşiniz zor, Allah yardımcınız olsun.

Hasan: Amin, amin.

Mustafa: Efendim, işyerinde ziyaretin kısası makbuldür. Biz müsaadenizi isteyelim.

Hasan: Daha yeni geldiniz, ne güzel sohbet ediyorduk.

Mustafa: Yine geliriz efendim yine geliriz.

Hasan: Bi şeyler de ikram etmedik.

Mustafa: Hiç zahmet etmeyin, Öten Kuşları Sevenler Derneğinde yemeğe davetliyiz zaten. Buradan kalkıp oraya gidicez. Başka zaman inşallah…

Hasan: Bak mutlaka bekliyorum ama. Baraj gölünün yanında çok güzel bi restoranımız var. Balıkları gölden tutup, tavaya atıyorlar. Bir gün şöyle güzel bir üçlü çekelim. Rakı, Balık, Roka yani…

Mustafa: İnşallah, inşallah… Hadi arkadaşlar kalkalım yavaş yavaş. Müsaadenizle efendim.

Hasan: Müsaade sizin efendim. Çok teşekkür ederiz. Çok yararlı ve aydınlatıcı bir ziyaret oldu.

Mustafa: Ne demek efendim. Sizleri de bekleriz. Yeni görevinizde başarılar.

 

  1. Tablo * Ye Kürküm Ye

 

Masa ve sandalyeler sahnenin orta önüne getirilir. Plastik tabak, bıçak ve çatalla, altı kişi masaya oturur ve yemek yeme mizanseni başlar. Hasan ve Müdür masanın ortasında oturur.

 

Müdür: Vallahi başkanım, bu iş yaradı size. Başkan olduktan sonra bayağı kilo aldınız.

Hasan: Stresten müdür stresten. Kolay mı kooperatifin onca derdiyle, sıkıntısıyla uğraşmak? (Garsona seslenir.) Oğlum bi ahtapot salata daha getir bakalım.

Müdür: Haklısınız. Kolay değil tabi ama kurutma da açılmadı daha…

Hasan: Hallederiz, hallederiz. Sıkıntı yok. Az bi işi kaldı, bugün yarın yaparız açılışı. (Garsona işaret yapar.) Oğlum. Hani çimçimleri şööle güveçte tereyanda kızartıyonuz ya… Hani şöle acılı acılı… Bi tane de ondan yap ortaya. Ama yağı bol olsun.

Müdür: Başkanım ortaklarımız da çok huzursuz. Ürün bedellerini ödeyemedik bir türlü. Böyle giderse, seneye kooperatife domates vermicez diyolar.

Hasan: Nerden uyduruyolar bunları yahu. Borcunu en erken ödeyen kooperatif biziz. Bak Çitlenbik kooperatifine. Her ortağın en az iki yıllık alacağı var kooperatiften. (Garsona seslenir.) Garson bakıver buraya. Hiç ilgilenmiyonuz ama masayla. Yahu koskoca kooperatif başkanı gelmiş müesseseye, ama bak masaya, bomboş. Getir, Kalamar getir, ezme getir, pilaki getir. Getir bir şeyler.

Müdür: Başkanım sıkmasın yedikleriniz? Tansiyon, şeker, kolestrol hep zirvede çünkü. Allah muhafaza.

Hasan: Hep stresten işte… Ben ne yediğimi biliyom mu? Üyelere sıkıl, kalamara saldır. Aidatlara üzül, ezmeye daldır. Bıktım yahu.

Müdür: Yemekten mi?

Hasan: Allah seni inandırsın. Evde hanımın, çocukların yüzünü unuttum.

Müdür: Haklısınız.

Hasan: Yok bu hafta bilmem hangi odanın başkanını ağırla, yok öbür hafta bilmem hangi derneğin yemeğine git. Toplantısı, yemeği, kokteyli, üstüne bi de seyahatleri vallahi bıktım yahu.

Müdür: E, bırakın o zaman.

Hasan: Neyi?

Müdür: Başkanlığı…

Hasan: Olur mu yahu? Başkanlığı bırakırsak, bak başaramadı, kaçtı gitti demezler mi arkamızdan. (Söylevsel) Biz kaçmak için değil savaşmak için geldik buraya. (Bir süre tabaktaki yemekle uğraşır.) Ayıramadım şunun kılçığını be. (Söylevsel devam eder.) Ne diyordum, biz bu meşakkatli görev için, ekip arkadaşlarımızı da itinayla seçtik. (Masadaki diğerlerini işaret ederek) Misal, amcaoğlum Rüstem, bu tarafta eniştem, teyzemin kocası Abidin, büyüğümüz, dayım Davut, diğer tarafta sevgili dostum, arkadaşım Feyzullah… Bu ekibin bütün neferleri, işlerini güçlerini bırakıp, ulvi bir amaç için bir araya geldiler. Öyle değil mi arkadaşlar?

Hep Beraber: Emredersiniz başkanım.

Feyzullah: (Ezik) Başkanım bi piyaz daha söyleyebilir miyiz acaba?

 

  1. Tablo * Kahvenin Köpüğü, Köyümün Hödüğü

 

Nazmi, Komutan, Cafer ve Ahmet, Aliş’in başında, onu ayıltmaya çalışırlar. Nazmi bir bardak su getirmiş, içirmeye çalışır. Ahmet tokatlar, Komutanla Cafer kollarına masaj yapar.

 

Recep: (Girer. Durumu görünce kalabalığa yanaşır.) Hayrola? Nooldu böyle?

Nazmi: Bir anda fenalaşıp, bayıldı kaldı.

Recep: Sıcaktan falan mı?

Nazmi: Ne sıcağı ağam, babası epeyce bi hırpalamış anlaşılan. Anlatırken fenalaştı, birden yığıldı kaldı. Kendine getirmeye çalışıyoz.

Recep: Yapma yahu dövmüş mü Hamit?

Komutan: Hem de ne dövmek… Oğlan, damın penceresinden atlayıp kaçmasa, daha da kötü olacakmış ya… Allah korumuş.

Recep: Su falan içirseydiniz…

Cafer: Kolonya var mı Nazmi abi? Eline yüzüne sürelim biraz, açılır.

Nazmi: Var, var. Getireyim hemen.

Komutan: Kolonya değil de, asıl soğan var mı soğan? Şöyle bi baş soğanı ortasından kırıp koklatmak iyi gelir.

Cafer: Hasta değil ki bu, fenalaştı biraz. Sara hastalarına yaparlar o soğan koklatma işini.

Komutan: Ne bileyim ben, belki faydası olur dedim.

Ahmet: Tamam, tamam kendine geliyor. Bi şeye gerek yok.

Aliş: (Sayıklar) Vurma baba vurma. Tamam, söz veriyom yapmıcam. Vurma, noolur vurma.

Komutan: Vah vah vah. Çok fena dövmüş garibi, nasıl da sayıklıyor.

Aliş: Baba ne olur vurma, tamam çiftçi olcam, söz…

Recep: Neden dövmüş bu kadar?

Cafer: O moda şeycisi vardı ya zitilit mi ne, ondan olcam demiş babasına. Hamit de bunu duyunca kapmış küreği, girişmiş. Kaçmasa, belinde kıracakmış garibin.

Ahmet: Zorla güzellik olur mu yahu? Bırak çocuk ne olacaksa olsun, sana ne?

Recep: Hiç öyle şey olur mu Ahmet? Köy yeri burası sonra elalem ne der? Hamit’in oğlu ibne olmuş deseler, o adam nasıl çıkar kahveye?

Ahmet: Böylesi daha mı iyi ağam? Sakat bırakacak çocuğu, ondan sonra uğraş dur. Aliş… Aliş… Kal hadi topla kendini… (Tokatlar)

Aliş: Baba vurma ne olur. Tamam, tamam traktörü aldım tarlaya gidicem.

Ahmet: Aliş ben Ahmet abin, baban yok burda.

Aliş: Babam yok mu? Nerde peki?

Ahmet: Bilmiyorum ama burda yok, kahve burası… Topla kendini…

Aliş: Yok mu gerçekten?

Ahmet: Yok, yok rahat ol. Al iç şu suyu, açılırsın.

Aliş: (Suyu içer, elleri titremektedir. Diğerleri sandalyelere otururlar.)

Ahmet: Sakin sakin anlat bakalım. Neden dövdü baban seni?

Aliş: Ahırı… Ahırı temizliyorduk babişimle… Hem ineklerin boklarını… Pardon dışkılarını temizliyorduk hem de sohbet ediyorduk. “Bak oğlum” dedi “bundan sonra adam gibi giyinmeni istiyorum, öyle bereydi fulardı andik gundik şeyler takmanı istemiyorum” dedi bana… (Başındaki örme bereyle, boynundaki fuları çıkartır) “Ama babacığım benim tarzım bu. İyi bi stilist olacaksam, böyle aksesuarlar takmak zorundayım” dedim bende. Hay demez olaydım… (Ağlamaya başlar.)

Ahmet: Tamam, tamam sakin ol, geçti artık.

Aliş: Elindeki kürekle başladı beni ahırın içinde koşturmaya… Yakaladıkça indirdi küreği sırtıma. Hem vuruyo, hem de ağzına ne gelirse söylüyo… Canımı zor kurtardım Ahmet abi.

Ahmet: Stilist mtilist deyince tabi adamın damarına basmışsın.

Aliş: Ben moda tasarımcısı olmak istiyorum Ahmet abi… İnek bakıcısı ya da traktör şoförü değil.

Ahmet: Haklısın, haklısın da… Sen ne kadar istiyorsan, baban da bi o kadar istemiyo işte.

Aliş: Kamil var kâhyası… Onu göndersin, ona yaptırsın ne yaptıracaksa. Benim üstüme niye geliyor bu kadar? Canımdan bezdim vallahi. Şeytan diyo hazırla bi gün bohçanı kaç git uzaklara. O zaman görsün gününü.

Ahmet: Sakın ha, vallahi kalbine indirirsin adamın.

Aliş: Naapiyim abi dayanamıyorum artık.

Komutan: Bak oğlum, babayla inat olmaz. Yumuşak bi dille anlatıcan derdini… Tatlı tatlı kandırmaya çalışıcan… Zorla olmaz bu işler. Peki annen ne diyo bu işe?

Aliş: Annem de deslekliyo beni ama babama pek bi şey söyleyemiyor ki.

Recep: Benim bildiğim Hamit, iki cihan bi araya gelse böyle bi işe olur vermez. Bence yolun başındayken, vazgeç bu sevdadan.

Aliş: Dünyada olmaz. Küçüklükten beri en büyük hayalim bu Recoş abi. Stilist olucam ben. Hapırsa da olucam, köpürse de olucam.

Recep: Ne diyim, bol şanslar o zaman.

Aliş: Sen konuşur musun onunla? Senin sözünü dinler. Sen söylersen müsaade eder benim stilist olmama.

Recep: Olur mu yahu? Ne diycem ben Hamit’e “senin oğlan manken olcakmış, benim hatırım için müsaade et” mi diycem. O da ne diycek bana “tabi ağam ne demek, hay hay başım üstüne”. Senin aklın kesiyo mu böyle bi işi?

Aliş: Yalnız altını çizeyim manken değil stilist.

Recep: Her ne haltsa. Şurda üç kuruşluk haysiyetimiz var, onu da ayaklar altına mı aldıracaksın?

Aliş: Ama lütfen Recoş abi ya. Sen yaparsın. Koskoca ağasın sen, söylersen olur.

Recep: Hadi git işine çocuk. Maymun mu edicen sen beni, bu yaştan sonra?

Aliş: Konuşsan ne olur ki? Hadi ama kırma beni, konuş onunla… Lütfen, lütfen, lütfen…

Recep: Aliiiii üstüme gelme. Vallahi babanın yarım bıraktığı işi, ben tamamlarım şimdi burda.

Aliş: Ağasın ama hiç ağalığını felan görmedik.

Recep: Ulan ne alakası var şimdi ağalıkla böyle bi işin?

Aliş: Ayrıyeten çok samimi arkadaşsınız babişkomla. Seni hayatta kırmaz.

Recep: Uzatma. Olmaz dedim mi olmaz. Başka yandaş bul kendine.

Aliş: Peki öyle olsun o zaman. Ama günün birinde çok ünlü bi stilist olduğumda, “ben niye yardımcı olmadım bu çocuğa” diye de pişmanlık duyma sakın.

Recep: Duymam hiç canını sıkma.

Cafer: Aliş istersen sen çık dolaş biraz. Hem açılırsın, hem de baban falan gelirse görmesin seni burda.

Aliş: Görürse görsün. Artık kaçıp saklanmıycam mücadele edicem onunla.

Cafer: Tamam sen mücadelene devam et yine, ama evde devam et. Hem o gelirse biz de konuşuruz senin için. “Çocuğun üstüne gitme bu kadar” deriz.

Aliş: Konuşur musunuz gerçekten?

Cafer: Konuşuruz tabi. Dilimiz döndüğünce anlatırız senin derdini. Belki kafasına yatar bazı şeyler. Ama sen burda olma o geldiğinde.

Aliş: Tamam çıkayım ben o zaman. (Çıkarken döner) Yalnız şunu belirtmeden gitmek istemiyorum; bazılarına, ismi lazım değil baş harfi Reco’nun R’si, çok kırıldım. (Beresiyle fularını takarken) Artı kendisine yazdığım, yani şu an itibariyle uydurduğum bir şiirle veda etmek istiyorum; Berem var, fularım var, pek güzeldir üstüm, Recoş ağam kusura bakma, ben sana küstüm. (Çıkar)

Recep: Hasbinallah venil ven vekil.

Komutan: Kızma ağam kızma. Çocuk işte ne söylediğini bilmiyor.

Recep: Ne çocuğu be, kazık kadar adam. Gerçi adam mıdır madam mıdır, o da pek belli değil ya.

Komutan: Aman ağam öyle söyleme. Hamit’in kulağına giderse, çok üzülür vallahi.

Recep: Zaten Hamit’in çocuğu olmasa ben bilirim buna yapacağımı ama… Neyse… Her seferinde maskara oluyoruz bu yumuşak yüzünden. Yeminle o buradadır diye, kahveye gelesim yok yahu.

Hüseyin: (Girer) Ağam seninkinin keyfi yok bugün.

Recep: Buyur. Milletin de ağzına sakız etti beni.

Hüseyin: Nooldu yahu? Ne sakızı?

Ahmet: Gel Hüseyin abi gel. Anlatırım ben sana.

Hüseyin: Nazmi bi çay ver bakalım. (Oturur) Nooldu?

Ahmet: Kaçırdın pandomimayı. Seninki babasına “ben stilist olucam” demiş. Hamit de kapmış küreği koşturmuş bunu. Bir iki tane de vurmuş anlaşılan. Nefes nefese geldi buraya. Bi ara da baygınlık geçirdi.

Hüseyin: Yapma yahu.

Ahmet: Kendine de gelince de ilk işi Recep ağaya bulaşmak oldu. Ona sinirleniyo ağa.

Recep: Ahmet yeter gari yaygara yapıp durma artık.

Ahmet: Tamam ağam ya, sana da hiç şaka neyin yapılmıyor.

Recep: Yapmayın kardeşim şaka maka… Şaklaban mıyım ben?

Ahmet: Nazmi bi çay da ağama ver. Benden. (Hüseyin’e döner) Allah kavuştursun Hüseyin abi.

Hüseyin: Hayırdır?

Ahmet: Seninkiler Ukrayna’ya gitmişler, makine bakmaya.

Hüseyin: Haberim var. Havaalanına giderken, üç tur attılar köy meydanında… Makam arabalarıyla… Sanki nispet yapar gibi…

Ahmet: Kolay mı abi, sonuçta yatırım yapacak adamlar.

Hüseyin: Gerçi yatırım için mi gittiler, yoksa kaldırım için mi orası pek belli değil.

Ahmet: Fesatlık yapma şimdi… Bak adamlar harıl harıl çalışıyor. Bi yanda kurutma tesisi… Diğer yanda salça fabrikası… Kolay mı oluyo bu işler?

Hüseyin: Duyan da der ki, fabrikayı kazmayla kürekle, bunlar kuruyor. Yahu yaptıkları ne? İnceleme komitesi diye bi zımbırtı uydurmuşlar… Eş, dost, akrabadan… Tesis inceleyeceğiz bahanesiyle, zırt pırt bi yerlere gidip duruyolar. Böylece üç kuruşluk fabrika da, seyahat masraflarıyla beş kuruşa mal oluyo. Yalan mı?

Ahmet: Sen pazara gittin mi, bütün tezgâhları dolaşmıyon mu önce? İlk gördüğün pazarcıdan mı alıyosun zerzevatı?

Hüseyin: Normal diyosun yani. Gezsinler dolaşsınlar.

Ahmet: Öyle demiyom da, gidip bakmak lazım hani. Elin gavuru nasıl kurmuş fabrikayı, hangi teknolojiyi kullanmış?

Hüseyin: Okumuş adamsın, az çok da kafan çalışıyo… Bari sen söyleme bunları.

Ahmet: Kötü bi şey demiyom ki ben, bakmadan alınmaz diyom o kadar.

Hüseyin: Peki o zaman sen söyle bakalım; ne bakmaya gitti bunlar?

Ahmet: Makine.

Hüseyin: Makine di mi? Makine. Pekiiii, gidenler kimler? Hasan, Rüstem, Davut, Abidin, Feyzullah, di mi? (Ahmet başını sallar) Pekiii, hangi okulu okudu bunlar?

Ahmet: Hangi okulu mu?

Hüseyin: Evet hangi okuldan mezun oldular, bu saydıklarım?

Ahmet: Hangi okul olcak abi, Aşağı Eserekli ilköğretim okulu.

Hüseyin: İlkokul di mi? Çok güzel. Peki bunların içinde makine mühendisi, endüstri mühendisi ya da ne bileyim gıda mühendisi olan var mı?

Ahmet: Olur mu abi, söyledin ya hepsi ilkokul mezunu?

Hüseyin: O zaman ne bok işleri var bunların fabrika incelemekte, makine bakmakta? Ulan bakarak iş öğrenilse bütün kediler kasap olurdu be.

Ahmet: Haklısın abi de…

Hüseyin: Peki sana ikinci bi soru o zaman; nereye gitti bunlar?

Ahmet: Nereye mi? Nereye olcak abi Ukrayna’ya.

Hüseyin: Ukrayna’ya de mi? Çok güzel. Pekiiii, Ukrayna’nın en meşhur salça markası ney, deyiver bakem?

Ahmet: Ukrayna’nın en meşhur markası… Salçası… Ne bilem abi.

Hüseyin: Bilemen tabi… Çünkü Ukrayna’nın salçası değil kalçası meşhur. Şimdi, çikolata fabrikası kuracak olsak… Tamam, git İsviçre’ye ya da ne bileyim araba üreteceksen Almanya’ya. Ona lafım yok. Tabi işten anlayan uzmanları göndermen ya da yanında götürmen şartıyla… Ama Ukrayna’ya salça fabrikası bakmaya gidecem dersen ve yahut Tayland’a. İşte o zaman, onu bana anlatma, külahıma anlat.

 

  1. Tablo * Dönüşümüz Muhteşem Oldu

 

Kooperatif Yönetim Kurulu üyeleri bavullarla soldan giriş yaparlar.

 

Hasan: Bu ne yorgunluk yahu, bittim resmen.

Davut: Sorma yeğen sorma, vallahi benim de bütün eklemlerim ağrıyor.

Hasan: Dedim sana “Dayı sen gelme bu seyahate. Yaşın var başın var. Allah muhafaza başına bi iş gelir”. Ama dinleyen kim?

Davut: Yorulduk ama eğlendik be. Ah bir de genç olacaktım ki…

Hasan: (Rüstem’e) Bugün döneceğimizden haberleri yok muydu bunların?

Rüstem: Söyledim ama…

Hasan: Kimse gelmemiş karşılamaya?

Rüstem: Yoldadırlar, gelirler şimdi. İstersen onları beklerken, oturup bi şeyler içelim.

Hasan: Bi şeyler mi içelim? Rüstem iyi misin sen?

Rüstem: Şey için dedim abi… Hani beklerken… Votka falan…

Hasan: Ya bi haftadır öküz gibi içtiniz. Hala mı bi şeyler içelim diyosun?

Abidin: (Sarhoş) Votka mı dediniz? Votka mı var? Nerde?

Hasan: (Sinirli) Enişte bi sus Allah aşkına.

Abidin: Nooldu ya? Votka dediniz…

Hasan: He votka dedik, noolucak?

Abidin: İçelim o zaman.

Hasan: Yeter ya. Bir haftadır ayık gezmedin, hala votka soruyon.

Abidin: Ben sormadım oğlum, siz söylediniz votka var diye. Ben de varsa içelim, ziyan olmasın diyom.

Hasan: Enişte lütfen!… Yapmadığın rezillik, yemediğin bok kalmadı, yeter artık.

Abidin: Naaptım ben ya?

Hasan: Ne mi yaptın? Ayıp yahu. Sayayım mı neler yaptın? Disko'da saksılara işedin, otel görevlisine sarktın, fuar standına kustun… Anlatayım mı daha? En kötüsü de Harkov meydanında pantolonunu çıkarıp, dal daşak koşturup durdun. Yetmez mi?

Abidin: (Davut’a) Ben mi yaptım bunları?

Rüstem: Enişte yaptın vallah. Çok ayıp oldu elin gavurlarına.

Abidin: Sarhoştum herhal.

Hasan: Sarhoş mu? Hiç ayılmadın ki sen. Daha uçağa binerken başladı rezilliklerin. Beleş diye, kafede koca şişe viskiyi bi dikişte götürdün. Ondan sonra da uçakta başladın sova.

Abidin: Uçakta naaptım ya?

Hasan: Ne mi yaptın? Hatırlamıyon mu enişte?

Abidin: Hatırlamıyom billah.

Hasan: Daha uçak kalkmadan “içim yanıyor, su getirin” diye bağırıp ortalığı ayağa kaldırdın. Suyu getiren hostesin de bacaklarını elledin.

Abidin: Yok artık.

Hasan: Hadi onu geç, yanındaki kadının kucağına oturmana ne demeli?

Abidin: Kucağına mı oturdum kadının?

Hasan: Tabi ya. “Düşüyoruz, düşüyoruz” diye bastın feryadı. Attın kendini kadının kucağına.

Abidin: Ben mi yaptım bunları?

Davut: Kadının kocasının elinden zor aldık seni.

Abidin: Yapma yahu. Çok ayıp olmuş.

Hasan: O da bi şey mi? “Yanıyom ben” deyip, uçağın camını bile açtırmaya kalktın.

Abidin: Hadi be.

Hasan: Tabi, tabi. Yardımcı pilot gelip ikna etmeseydi, Ukrayna’daki hurilerin yerine öbür taraftaki Nurilerin yanına gidecektik az daha.

Davut: Nuri kim yahu? O da mı geldi bizle?

Rüstem: Kiev’deki barda olanları da anlatsana Hasan abi.

Hasan: Hangi birini anlatayım, anlatmakla bitmez ki.

Rüstem: Bi kısmını kameraya çektim ben, müsait bi zamanda izletirim enişte.

Hasan: Ha göster, göster de görsün rezilliklerini. Bi ara benim telefona da kaydet o videoları. Köye gidince teyzeme izleteyim.

Abidin: Teyzene mi? Hasan yapma gözünü seveyim. Teyzen onları bi görürse keser beni şerefsizim.

Hasan: Eee enişte içerken düşüneydin.

Abidin: Rüstem Allah’ın aşkına sil onları. Bak ekmek mushaf çarpsın ki bi daha ağzıma içki koymucam.

Hasan: Söz mü?

Abidin: Söz. Hemi vallah hemi billah.

Hasan: Tamam, tamam. Düşünücez bakalım. Yahu bizim Feyzullah nerelerde? Uçak iner inmez kayboldu ortadan.

Rüstem: En son dükkanların önünde gördüm ben onu…

Hasan: Ucuz ya… Viskiler, sigaralar… Dolduruyodur bavula.

Rüstem: Faturaları kooperatife kestirmese bari…

Hasan: Kestirir o kestirir, hiç şüphen olmasın. Ben böyle beleşçi görmedim arkadaş. Arayın, arayın şunu da gelsin bir an evvel.

Rüstem: (Telefonu kurcalarken) Ama bizimkiler de gelmedi daha…

Hasan: Sahi onlar nerde kaldı ya? Bırak Feyzullah’ı, önce Ramazan’ı bi ara bakalım hangi cehennemdeymiş.

Rüstem: (Telefonu çevirirken) Hiç gecikmezdi o. Herkesten önce dikilirdi kapıda… El pençe divan…

Hasan: Gene andik gundik bi iş vardır, onun peşindedir. Kooperatif işlerinden çok kendi işlerini koşturuyo şerefsiz. Makam şoförü ya, dersin sadrazamın sol kulağı. Adam devlet içinde devlet yahu.

Rüstem: Telefonu kapalı.

Hasan: Kapalı mı?

Rüstem: Ulaşılamıyo diyo.

Hasan: Vay şerefsiz vay. Kooperatife gideyim, sorarım ben ona.

Feyzullah: (Telaşla gelir) Başkanım, başkanım.

Hasan: Ha geldi karabatak. Nerdesin be oğlum?

Feyzullah: (Nefes nefesedir) Başkanım, geliyolar.

Hasan: Geliyolar mı? Kimler?

Feyzullah: Bizimkiler.

Hasan: Bizimkiler mi? Ha, tam arıyoduk bizde telefonla?

Feyzullah: Geliyolar ama ne gelmek.

Hasan: Ne diyon sen? Nooluyo?

Feyzullah: Başkanım, önde Hüseyin, arkada bi kamyon ortak… Yürüyen merdivenin başındalar.

Hasan: (Rüstem’e) Şoförler gelmicek miydi almaya? Hüseyin’e mi söyledin sen?

Rüstem: Yooo…

Feyzullah: Pek hayırlı bi geliş değil bu başkanım. Yüz metre öteden duydum bağrışlarını.

Hasan: Ne bağrışı ya. Noolmuş ki?

Davut: Girişte beklettilerse, ona sinirlenmiştir Hüseyin.

Feyzullah: Yok dayı yok. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıyolardı vallah.

Hasan: Yürüyen merdivenin başındalar dediydin?

Feyzullah: Anla artık durumun vahametini.

Hasan: Hayır olsun inşallah?

Hüseyin: (Sinirli, sağdan giriş yapar.)

Hasan: Ha geldiler işte. Vay Hüseyinciğim, karşılamaya mı geldiniz?

Hüseyin: He karşılamaya geldik.

Hasan: Zahmet etmeseydiniz, biz çağarmıştık şoförleri.

Hüseyin: Şoförleri he mi?

Hasan: Ramazan’ın telefon kapalı emme, gelirlerdi üç beş dakkaya.

Hüseyin: Yok, ben söyledim Ramazan’a “sen gitme” dedim. Biz gideriz. Biz gider karşılarız böyük başkanımızı ve büzükdaşlarını.

Rüstem: Ne zahmet ettiniz Hüseyin emmi, mahcup ettiniz vallah.

Hüseyin: Olur mu efendim. Hepi topu on üyeli kooperatifimizin, beş asil yöneticisini karşılamaktan daha onur verici, ne olabilir bizim için?

Rüstem: Şımartıyon vallah Hüseyin emmi.

Hüseyin: Kes. Utanmaz arlanmaz seni.

Rüstem: Nooldu ya şimdi?

Hüseyin: İnceleme Komitesiymiş. Sevsinler sizin gibi komiteyi.

Hasan: Hüseyin, ayıp ediyon ama…

Hüseyin: Ayıpmış. En büyük ayıbı siz ediyonuz be.

Abidin: Haddim olmayarak bi şey sormak istiyorum. Şimdi, siz bizi karşılamaya geldiniz mi, gelmediniz mi?

Hüseyin: Şuna bak hala kör kütük. Öküz gibi içtiniz di mi bi haftadır?

Abidin: Yok, ben fazla içmedim. Bir iki duble.

Hüseyin: Ulan biz kursağımızdan arttırarak, gavurun nataşalarıyla zıkkımlanın diye mi topladık o sermayeleri?

Davut: Fuara gittik Hüseyin, biliyon sen de.

Hüseyin: Fuarmış. Siz kimi kandırıyonuz be? Neyin fuarı?

Rüstem: Tarım fuarı Hüseyin abi. Makine baktık. Hani şu bizim salça fabrikası için.

Hüseyin: Bak bak bahaneye bak, makine bakmaya gitmişler. Ulan makine mühendisi misiniz siz? Duyan da der ki; çiftçi kooperatifi değil, makine mühendisleri odası heyeti.

Davut: Yalnız Hüseyin, elin gavurları ne makineler yapmış.

Hüseyin: Yapmıştır. Yapar elin gavuru. O yapar, sen de gider bakarsın. Aldınız mı bari?

Hasan: Yok. Önümüzdeki hafta Tayland’da bi fuar varmış. Öbür hafta da Fransa’da. Onlara da bi bakıp, kararımızı vericez.

Hüseyin: On liralık tesis için, yirmi liralık seyahat yapacanız yani.

Hasan: Öyle deme Hüseyin. Bu kararlar kolay verilmiyo. Üzerimizde ağır bir sorumluluk var. Yatırıma harcayacağımız her kuruşta, tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. O yüzden en kalitelisini, en iktisatlısını bulmamız lazım.

Hüseyin: Arsızlığınıza bi şey demiyorum ama yüzsüzlüğünüz boyunuzu aşmış sizin be. Siz, adet yerini bulsun diye on beş dakika fuarı turlayıp, kendinizi Sofya’ların kucağına attığınızda, Dimitri’ler de toksini çok bahanesiyle, ihraç ettiğimiz domatesleri, Azak Denizine döktüler. Bundan haberiniz var mı?

Abidin: Yapma ya? Biz ordaydık ama görmedik vallah.

Hüseyin: Göremezsiniz. Burda göremediniz orda hiç göremezsiniz. Çünkü siz domates için kurduğumuz kooperatifte her boku yediniz ama domateslerimizi başkalarına yedirdiniz. Tohumu ithal ettiniz, gübreyi, ilacı ama domatesimizi ihraç edemediniz.

Davut: Niye dökmüşler ki domatları?

Hüseyin: Neden acaba? Halkına duydukları saygıdan, sevgiden olmasın?

Davut: Olabilir.

Hüseyin: Olabilir tabi. Ama siz bunu anlayamazsınız.  Çünkü koltuk uğruna, makam sevdasına beyniniz uyuşmuş sizin. Koltuğa çıkana kadar, çalmadık kapı, öpmedik el bırakmazsınız ama sizi o makamlara çıkartanlara, makam arabalarınızın arka koltuklarından köy meydanında hava atarsınız. Makamınız batsın sizin.

 

1.PERDE SONU

 

 

 

 

 

  1. PERDE

 

  1. Tablo * Yalarım Yutarım, Ben Sana Oy Atarım

 

Rüstem ve bir kooperatif ortağı sohbet ederler. Rüstem koltukta evraklarla ilgilenir.

 

Tuncer: Adaylığı kesin di mi?

Rüstem: Kesin, kesin. İkinci bölgenin ikinci sırasında.

Tuncer: Bölgesi de, sırası da pek güzelmiş.

Rüstem: Bi aksilik olmazsa tamam bu iş.

Tuncer: Vallahi duyar duymaz bıraktım tarlayı traktörü atladım geldim kutlamak için. Ne kadar sevindim anlatamam. Kesin gelir di mi?

Rüstem: Gelir, gelir. Partiye gittiydi toplantı için…

Tuncer: Kakunya Kalkınma Partisini seçmesi de ayrı bi gurur benim için. Kurulduğu günden beri desteklerim o partiyi.

Rüstem: İsabet olmuş yani.

Tuncer: Hoş, başka partiden de aday olsaydı, yine de desteklerdim kendisini… Yahu, kooperatifimizin başkanı milletvekili adayı olmuş, onu desteklemiycem de kimi desteklicem.

Rüstem: Yaaa di mi?

Tuncer: Tabi efendim tabi. Hasan Bey kendi köylümüz, kendi insanımız sonuçta.

Rüstem: Aslında pek niyeti yoktu ama delegeler çok ısrar etti. “Kooperatifimize çok değerli hizmetler verdiniz. Bu hizmetlerin devamını ülkemiz için de sürdürün” dediler.

Tuncer: Ne güzel söylemişler.

Rüstem: “Milletvekili olursanız, köyümüzün sorunlarını meclise taşır, çözüm bulursunuz.” dediler.

Tuncer: Bak Hasan yapar. Hasan diyorum yanlış anlama, sevgiden, samimiyetten… Vallahi kardeşim kadar severim kendisini.

Rüstem: Öyledir.

Tuncer: Hatta bi seferinde köy kahvesinde oturuyoruz arkadaşlarla. “Yahu” dedim “Şu bizim kooperatifin başkanı var ya” dedim “milletvekili olsa… Meclise gitse… Köyümüzü, yöremizi temsil etse…”

Rüstem: Asıl fikir babası sizsiniz yani.

Tuncer: Benim de bi katkım olduysa ne mutlu bana.

Hasan: (Girer, Rüstem’e) Nerde bizimkiler (masaya yürürken) Toplantı vardı bugün… Gelmediler mi?

Rüstem: (Yanına gider) Haber ettim tek tek… Eli kulağındadır gelirler şimdi.

Tuncer: (Kalkar, Hasan’ın eline sarılır) Başkanım hayırlı uğurlu olsun, Allah tamamına erdirsin.

Hasan: Sağ olasın. (Rüstem’e) Arkadaş kim?

Rüstem: Tuncer Bey… Yukarı Eserekli köyünün muhtarı… Hem de kooperatifimizin ortağı. Milletvekili adaylığınızı duyunca tebrike gelmiş.

Tuncer: Başkanım ne kadar sevindim anlatamam.

Hasan: Eksik olmayın. Kalkıştık bi işe bakalım. Sizlerin de desteğinizle inşallah…

Tuncer: Ne demek efendim ne demek. Sonuna kadar arkanızdayız. Ben kendi adıma söylüyorum, kapı kapı dolaşıp sizin için oyları toplayacağım Allah’ın izniyle.

Hasan: İstediğimiz ve beklediğimiz bu tabii ki. (Söylevsel) Kooperatif olarak çok verimli ve hayırlı işler yaptık. Şimdi bu çalışmalarımızı bir basamak daha yukarı taşıma zamanıdır. Meclise gidecez, bu çalışmalarımıza orda devam edecez inşallah.

Tuncer: Size de o yakışır başkanım. Ben şahsen Kakunya Kalkınma Partisinin sizin teşrifinizle çok daha başarılı ve güçlü olacağına inanıyorum.

Rüstem: Listeleri onayladı mı genel başkan?

Hasan: Onayladı, onayladı. İkinci bölge ikinci sıradan adayız hayırlısıyla.

Rüstem: Birinci sırada kim var başkanım?

Hasan: Mustafa Bey.

Rüstem: Mustafa Bey mi? O kimlerden ki?

Hasan: Kimselerden değil, Ticaret Odası Başkanı. Ziyaretimize gelmişlerdi ya, hayırlı olsuna.

Rüstem: Haaa hatırladım şimdi. Birinci sırada siz olsaydınız keşke. Seçilmeniz garanti olurdu.

Hasan: İkinci sıra kötü değil ki. Kakunya Kalkınma Partisi seçimlerin favori partisi. Yedinci, sekizinci sıraya kadar bütün adaylar seçilir bence.

Tuncer: Vekillik garanti yani Hasan Bey’ciğim.

Hasan: Garanti diye bi şey yok tabi. Seçim bu. Ne olur ne biter hiç belli olmaz. Kakunya burası… Bu millet kimleri vezir, kimleri rezil etmedi…

Tuncer: Yaaa tabi efendim tabi. Bir önceki seçimi hatırlayın. Yüzde otuz iki oy alarak tek başına iktidar olan Büyük Kakunya Partisi o seçimde barajı bile aşamamıştı.

Hasan: Genel başkanı cumhurbaşkanı olduydu da ondan. Eeee, parti başsız kalınca böyle olur. Bu ülke lidere oy verir kardeşim, partiye değil.

Tuncer: Doğru ama bir seçim arayla da, bu kadar düşüş olmaz ki.

Hasan: Ben onu bunu bilmem lider önemli. Bakın efendim Kakunya Kalkınma Partisine. Başında bir dünya lideri var.

Rüstem: Anketler yüzde kırk beş diyo başkanım.

Hasan: Daha fazla bile olabilir. Her zaman doğru neticeyi vermiyor o anketler.

Tuncer: (Kalkar) Vallahi Hasan Bey’ciğim ben vekilliğinizi şimdiden kutluyorum o zaman. Vatana millete hayırlı olsun.

 

  1. Tablo * Ismarlama Rapor, Kabız Yapar

 

Hasan odada yalnız çalışmaktadır.

 

Melahat: (Elinde dosyalarla girer) Cenabettin bey raporu hazırlayıp göndermiş. Kargocu getirdi şimdi.

Hasan: Ver bakalım neler yazmış.

Melahat: Ben baktım biraz. En uygun yer sizin köyün merası çıkmış.

Hasan: Tam istediğimiz gibi desene.

Melahat: Bu nasıl iş anlamadım vallahi. Sizin meradan daha uygun dünya kadar yer varken…

Hasan: Orayı çıkarsın diye adama eşek yüküyle para ödedik.

Melahat: Ama oranın ne yolu var ne de suyu. Elektrik bile kaç kilometre öteden geçiyo.

Hasan: Onların hepsi hallolur. Mühim olan bu fizibilitenin sonucuydu. Şimdi bu rapora göre Genel Kurulun başka yeri seçme şansı yok artık.

Melahat: Vallahi böyle ısmarlama raporu da ilk kez görüyorum.

Hasan: Öyle deme Cenabettin Bey yatırım konusunda duayendir. Pek çok kooperatif ve birliğe danışmanlık yapar. Yazdığı raporlar kanun gibidir.

Melahat: Medeni kanun gibi desene. Aslı var astarı yok.

Hasan: (Raporu inceler) Hammadde temini… Pazar payı… Satış… Lojistik… Hepsi var. Vallahi bravo. Tam istediğim gibi yazmış. Helal olsun. Şimdi bu raporu genel kurula sunup, yatırım kararı aldırabilirim. (Melahat’a) Hayallerimiz gerçek oluyor Melahat… Salça fabrikasını kuruyoruz.

Melahat: Allah’ın unuttuğu yere salça fabrikası…

Hasan: (Hayal kurar) En az beş yüz kişilik istihdam demek… Ortalama dört kişiden desek… İki bin kişi yapar. Seçimden önce temeli atarsak, oylar çantada keklik.

Melahat: Sen oy almak için mi kuruyon bu fabrikayı?

Hasan: Olur mu canım. Asıl amacımız kooperatifimizin çıkarları tabii ki ama yanında oyları da toplarsak fena mı olur? Sen bırak şimdi fabrikayı da, dün gece niye gelmedin lojmana onu söyle?

Melahat: (Oyunlu) İşim vardı.

Hasan: İşin mi vardı? Ne işiymiş bu gece gece?

Melahat: İşim vardı işte.

Hasan: (Melahati yanına çeker) Küstün mü sen bana?

Melahat: Ne küsücem canım. Babamlar geç yattılar çıkamadım ben de?

Hasan: Yok yok sen küsmüşsün belli. Yoksa ne zaman arasam atlar gelirdin. Öyle babamlar falanlar hikaye.

Melahat: Telekız mıyım ben? Ne zaman arasa gelirmişim…

Hasan: Yanlış anladın, onu demek istemedim. Beni kırmazdın anlamında…

Melahat: Oldu. Gel dedin mi geleyim git dedin mi gideyim. Neyim ben senin için? Ağlama duvarı mı?

Hasan: Sen benim göz bebeğimsin. Aşkımsın. Her şeyimsin.

Melahat: Yalancısın. Yalancısın işte. Evvelki akşam Çengel İbraamın kızını atmışsın lojmana.

Hasan: İbraamın kızını mı? Hatice’yi mi?

Melahat: Evet.

Hasan: Yalan. Vallahi külliyen yalan.

Melahat: Boşuna inkar etme, kuşlar söyledi bana. Hem de makam arabasıyla evinden aldırmışsın.

Hasan: Yok yahu iftira bunlar. Kim söylediyse çok ayıp etmiş. Kızım yaşında kadınla… Tövbe tövbe.

Melahat: Kızın yaşında mı? Ben kaç yaşındayım peki? Anan yaşında mı?

Hasan: Onu demek istemedim hayatım. Yakıştırma mahiyetinde yani…

Melahat: Bana anlatma bunları… Ben senin ne boklar yediğini gayet iyi biliyorum. Sadece ben bilsem iyi. Forsunu kullanarak, başkanım ben diyerek kimleri becerdiğin, cümle âlemin dilinde.

Hasan: Yahu ne dedikoducu insanlar bunlar. İnsanı zorla günaha sokarlar.

Melahat: Ben onu bunu bilmem. Lojmana gelmicem artık.

Hasan: Gelmicen mi? Ama sen beni hiç anlamıyosun. Çekemeyenler uyduruyo bu dedikoduları, sen onlara kulak asma. Yalan diyorum ya. Hepsi palavra. Benim bir tek çiçeğim var o da sensin.

Melahat: O lojmanı da ne diye açtınız biliyom ben. Adı lojman ama aslı yönetici garsoniyeri.

Hasan: Garsoniyer mi?

Melahat: Tabi ya. Sadece biz gitmiyoruz ki oraya. Yolgeçen hanı gibi mübarek. Her seferinde Feyzullah’ın kapatmasıyla pişti oluyoruz. Tellilerin Kezban’la. Yerin dibine geçiyorum vallahi.

Hasan: Yavaş yavaş sıraya koyduk o işleri, sen canını sıkma. Şu fabrika işi hallolsun bi hayırlısıyla, bak o zaman her şey ne kadar güzel olacak. Ev açacam sana. Rahat rahat görüşücez ondan sonra.

Melahat: Ev mi açacaksın. Ciddi misin?

Hasan: Hem ev açacam, hem de fabrikada müdürlük vericem sana.

Melahat: Müdürlük mü? Ne müdürlüğü?

Hasan: Ne istersen. Ticaret, muhasebe, üretim… Hangi müdürlük hoşuna giderse…

Melahat: Söz mü?

Hasan: Söz. Hele bi kuralım şu fabrikayı Allah’ın izniyle, genel müdür bile yaparım seni.

Melahat: (Cilveli) Hasaaaan…

Hasan: Yeminle kız noolcak ki, bi yönetim kurulu kararına bakar.

Melahat: Ciddi yapar mısın gerçekten.

Hasan: Yapmam mı hiç. Ben sana söylüyom ama sen anlamıyon beni. Ne diyom ben sana; sen benim gözbebeğimsin. Senin yerin başka. Her şey yaparım senin için. Barıştık mı şimdi.

Melahat: (Cilveli) Barıştık.

Hasan: Bu akşam kesin bekliyom bak ona göre.

Melahat: Bakarız. (Çıkar)

 

  1. Tablo * Bi O Yana, Bi Bu Yana

 

Kahve

 

Cafer: Beyler bombayı duydunuz mu?

Komutan: Ne bombasıymış o?

Cafer: Hasan transfer olmuş… Kakunya’nın Selameti Partisine.

Hüseyin: Transfer mi olmuş? Ulan daha seçime girmeden ne transferi bu şimdi?

Cafer: Vallahi bilmiyorum Hüseyin abi, bu siyasetçilerin işlerine akıl sır ermez. Vardır bi bildiği.

Hüseyin: (Ahmet’e) Adama bak yahu daha dün bir, bugün iki. Ne çabuk siyasete ısındın da, parti değiştiriyon.

Ahmet: Hasan yaş tahtaya basmaz abi. Cafer’in dediği gibi mutlaka bi bildiği vardır. Bi çıkarı, bi avantası, bi şeyi vardır mutlaka. Yoksa ülkenin birinci partisinden niye geçsin üç beş ay önce kurulmuş bi partiye.

Hüseyin: Şey değil mi bu Kakunya’nın Selameti Partisi… Hani şu Yukarı Esereklili Cavit Bey’in kurduğu parti.

Cafer: Evet evet o parti.

Ahmet: Basın toplantısı yapıp istifasını açıklamıştı hani. “Bu partinin misyonu benim düşüncelerime uymuyor” deyip ayrılmıştı partiden. Bir iki ay sonra da Kakunya’nın Selameti Partisini kurmuştu.

Hüseyin: Görüşmüşlüğüm yok ama adını çok duydum. Ne de olsa bizim bölgenin insanı.

Cafer: Abi adamda öyle bir servet varmış ki, Karun yanında çırak olarak bile çalışamazmış. Düşün yani.

Hüseyin: Biliyorum canım biliyorum. Ovanın yarısı onun diyolar.

Komutan: Emekli olduktan sonra bi süre çalıştım onun çiftliğinde. Bir buçuk yıl kadar falan. Çiftlik dediysem öyle böyle bi şey değil, ucu bucağı yok. Yüz yirmi kişi çalışıyordu içerde. Hayvanın haşatınsa haddi hesabı yok.

Ahmet: Ne iş yaptın komutan orda?

Komutan: İdare amirliği. Personelin gelişi, gidişi, yemeği… Ne alınacak, kim alacak vesaire… Sizin anlayacağınız kâhyaydım yani.

Cafer: Güzel işmiş komutan. Neden ayrıldın ki?

Komutan: Belli bi yaştan sonra böyle tempolu işler bize göre değil. Askeriyede yeterince yorulduk zaten. Biraz da emekliliğin tadını çıkarmak lazım dedim müsaade istedim.

Cafer: Kimden? Cavit Bey’den mi?

Komutan: Yok yahu ne Cavit’i. Asistanıyla konuştuk, ayrıldım. Cavit Bey’i görmek mümkün mü? Bir buçuk yılda hepi topu ya üç ya da dört kere geldi çiftliğe. O da helikopterle geldi, bi saat durdu, sonra havalandı gitti.

Hüseyin: Siyaset aklını başından almış adamın, çiftlikle miftlikle ilgilendiği yok.

Cafer: Başkentteki villası da çiftlikten geri kalmazmış zaten.

Hüseyin: Beş on tane de vekil toplamış yanına. Gece gündüz çalışıyormuş sayıyı arttırmak için. Yirmiyi geçerse mecliste grup kuracak çünkü.

Ahmet: Hasan’ın neden çark ettiği ortaya çıkıyo yavaş yavaş. “Paranın satın alamayacağı hiçbir şey yoktur” derdi rahmetli babam “Bütün iş fiyatında”.

Cafer: Para var, mal mülk var. Ne diye bu siyaset işlerine dünya kadar para harcar ki insan?

Hüseyin: İhtirastan, koltuk sevdasından…

Ahmet: Ne varsa o koltukta? Oturmak için kıçını yırtarsın, oturdun mu da kıçını ayıramazsın.

Hüseyin: Yakın zamanda başkanlığa soyunmuştu partide. Kurultayda da aday oldu. Ama rakip dişli olunca, boyunun ölçüsünü aldı. Ayrılması da bu yüzden zaten… Partide başkan olamadım kendi partimi kurayım, kendi partimin başkanı olayım dedi.

Ahmet: Hep öğle değil mi abi? Küçücük Kakunya’da doksanın üzerinde parti var. Her gün mantar gibi yeni bir parti kuruluyo. Neden? Halkı, milleti çok düşündükleri, sevdikleri için mi? Hiç sanmam. Onlar da biliyor seçimi kazanamayacaklarını ya da barajı aşamayacaklarını. Maksat öyle ya da böyle bi partiye başkan olmak. Bunun kolayı da kendi partini kurmak. Kendin pişir kendin ye hesabı yani.

Hüseyin: Çok haklısın. Bak partilerin genel başkanlarına, bir ikisi hariç hepsinin başkanı partinin kurucusu. İstifa ederken ne demiş Cavit Efendi “bu partinin ilkeleri bana ters”. Be Allah’ın adamı, sen beş senedir o partinin mensubu değil miydin? Her türlü oylamaya robot gibi el kaldırmadın mı? Başkanın ne derse sorgusuz sualsiz itaat etmedin mi? Şimdi mi geldi aklın başına? Bahane işte.

Komutan: Vatan millet bahane, cilalı koltuklar şahane.

Recep: (Girer) Selamün aleyküm ağalar.

Cafer: Aleyküm selam Recep ağam, hoş geldin. Hani ekürin yok mu?

Recep: (Oturur.) Eküri mi? O ne lan?

Cafer: Aliş’ten bahsediyom ağam. O yok mu?

Recep: Cafer kafamın tasını attırma. Şerefsizim ümüğünü sıkarım şindi.

Cafer: Sinirlenme ağam takılıverdim öyle. Alıştık ya sizi beraber görmeye. Ondan soruverdim.

Recep: Başlatma şimdi Aliş’inden. Abdestim var, konuşturup mundar etme beni.

Ahmet: Ağam hayırlı olsun, atıyormuşsunuz temeli…

Recep: Ne temeli?

Ahmet: Fabrikanın… Haberin yok mu? Genel kurul onayladı yatırımı…

Recep: Çocuklar söyledi bi şeyler de… Hem bana ne söylüyon? Ben mi atıyom temeli? Git yöneticilere hayırla.

Ahmet: En baba ortak sensin ağam. Fabrikanın yarısı senin sayılır.

Recep: Sabah sabah benden mi göründüler size? Biri ordan biri burdan…

Ahmet: Yok be ağam kızma hemen, maksat muhabbet olsun… İster istemez seviniyo insan… Kolay mı, köyümüze koskoca salça fabrikası kuruluyo…

Recep: Ne zaman atacaklarmış temeli?

Ahmet: Aybaşında… On beş gün sonra yani… Hazırlıklar başlamış… Davullu zurnalı bi temel atma töreni yapacaklarmış. Hem fabrikanın temeli, hem de kurutma tesisinin açılışı… Bi taşla iki kuş yani…

Recep: Hayırlı uğurlu olur inşallah.

Hüseyin: Hayırlı olur da ne kadar hayırlı olur pek bilinmez. Hasan efendi elli ton kapasiteli fabrika kuruyoz diye hava atıyomuş sağda solda. Yahu bölgenin kapasitesi taş çatlasın on beş ton, hadi bilemedin yirmi ton. Yirmi tonluk yere elli tonluk fabrika yapmanın anlamı ne?

Komutan: Sadece bu bölgenin değil komşu vilayetlerin de domatlarını işleyecez diyolar fabrikada.

Hüseyin: O lakırdı işin kılıfı. Ben sana söyleyim; ne kadar büyük olursa, o kadar çok adam yerleştirirler içine.

Komutan: Hem kapasitesi yüksekmiş hem de teknolojisi… Son model olacak diyolar fabrika için.

Hüseyin: Yahu en son teknolojiyi bulacaz diye gitmedikleri ülke, yapmadıkları seyahat kalmadı ama ne hikmettir ki, gittikleri ülkelerin çoğu teknolojide geri, fuhuşta ileri ülkeler. Tabi buralarda fabrikayla alakalı bi şeyler bulamayınca da, el mahkûm yerli sanayi kuruyolar fabrikayı.

Ahmet: Kötü mü oluyo abi. Bizim sanayimizin ne eksiği var elin gavurlarından?

Hüseyin: Ben ona bi şey demiyom. Tabi ki en güzeli yerli malı… Amaaa madem yerli yapacaktın bu işi, ne bok yemeğe gittiniz o kadar ülkeye.

Ahmet: O işin bahanesi abi biliyon sen de. Seyahatlerin amacı üzüm yemek değil ki… Bağcıyı sevmek.

Hüseyin: Bu ülkenin başına ne geliyosa, iki organdan geliyo zaten. Biri gırtlaktan, diğeri… Uçkurdan. Bizim Kakunya idarecilerinin dini imanı… Yiyelim, içelim… Bol bol sevelim…

Ahmet: Yerden göğe kadar haklısın abi.

Aliş: (Girer) Selam millet. Merabayın.

Cafer: Ha, şimdi kadro tamam oldu.

Recep: (Kalkar) Beyler bana müsaade.

Nazmi: Ağam nereye? Yeni açtım demliği, çayını tazelicektim.

Recep: Başka zaman içeriz Nazmi… Başka zaman… (Yürür)

Aliş: Recoş abi? Nereye ayol? Ben geldim diye mi gidiyon yoksa?

Recep: Hasbinallah venil ven vekil. (Çıkar)

 

 

  1. Tablo * Yumurta Kapıda, Kapı Nerede

 

Yönetim Kurulu Toplantısı… Başkan ayakta, diğer üyeler oturmaktadır.

 

Davut: Çok sıkıştık yeğen. Durumlar hiç iyi değil… Her gün bir alacaklı kapıda…

Hasan: Biliyorum dayı biliyorum. Şu açılış işini bir halledelim bakacağız çaresine.

Rüstem: Ortaklar da çok sıkıştırıyor Başkanım. Mal bedellerinin üçüncü taksitini ödeyemedik bir türlü.

Hasan: Hep bu toksin belası yüzünden… Kaç ton malımız geri geldi, toksini yüksek diye… Kurutmayı devreye alabilseydik, bu sıkıntıları hiç yaşamayacaktık. Yahu koca fabrikanın temelini atacağız, kasada beş kuruş para yok.

Feyzullah: Bir finansör bulalım abi. Şu darboğazı atlatana kadar yardımcı olsun bize.

Hasan: Tabi Feyzullahcığım tabi. Bütün para babaları sıraya girmiş bizi bekliyor zaten “Domates kooperatifi gelse de destek olsak” diye.

Feyzullah: Neden olmasın abi. Pek çok işadamı, fabrikalarını finansörler vasıtasıyla kuruyor. Misal adamın parası çok ama harcayacak yer bulamıyor. Senin de parlak bi fikrin var. Diyorsun “gel abi beni finanse et, ne kazanırsam fifti fifti”…

Hasan: Hani nerde o finansörler?

Feyzullah: Ararsak buluruz abi. Sadece yurtiçi değil, mesela yurt dışından da bulabiliriz. Bir yığın uluslararası fon var, böyle işleri koşturuyor…

Abidin: Yurtdışı olur bak. Hemen bir seyahat ayarlayalım, gidelim bulalım nerdeyse…

Hasan: Nereyi istersin mesela enişte? Gönlünden geçen bir yer var mı?

Abidin: Vallahi düşünmedim ama Letonya olur mesela ya da Moldovya… Ne bileyim ben… Litvanya olur… Estonya olur…

Hasan: Rus olsun bizim olsun diyorsun yani…

Abidin: Yok öyle demiyorum da, onlar geldi ilk aklıma.

Hasan: Enişte sen iyi misin Allah aşkına? Biz neyin derdindeyiz, sen neyin peşindesin…

Abidin: Ben bir şeyin peşinde değilim yeğen… Yurtdışı dediniz ben de fikrimi söyledim.

Hasan: Senin fikrinin altında, ne zikir yatıyor, ben onu çok iyi biliyorum.

Abidin: Günahımı alıyorsun ama… Tövbe bir ark niyetim varsa…

Feyzullah: Abi istersen ben bir araştırma yapayım… Birkaç arkadaşım var samimi görüştüğüm… Onlara bir sorayım… Belki birkaç isim verirler bana…

Hasan: Senin arkadaşlarınsa, kalsın Feyzullah… Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan da olmayalım sonra.

Feyzullah: Olur mu abi? Çok sağlam çocuklardır. Ben kefilim… Bir sıkıntı çıkmaz…

Hasan: Tabi, tabi eminim çıkmaz… Daha doğrusu eminim, kesin bir bok çıkar. Yahu hatırlasana… Kurutma tesisinin çatı kaplaması için tuttun bir adam getirdin. Arkadaşım dedin, kefilim dedin. Bir iki aylık mevzuu… Anlaştık, işi verdik arkadaşına… Üstüne bir çuval da para… Avans niyetine… Sonra ne oldu? Adam bir çivi bile çakmadan, uçtu gitti. Ara ki bulasın…

Feyzullah: Abi benim ne suçum var, adam kelek çıktı. Ben ne yapayım?

Hasan: Ne mi yapasın? Yahu sen getirdin, tanıştırdın, kefil oldun. Canım ciğerim dedin…

Feyzullah: Arıyorum abi sık sık ama açmıyor telefonumu…

Hasan: Açmaz tabi… Niye açsın ki? Ben de olsam, ben de açmam.

Feyzullah: Benim itibarımı da zedeledi şerefsiz.

Hasan: Bereket ortaklardan biri sundurmasını bozdu da, aldık bizim çatıya koyduk. Yoksa sunrooflu tesis açılışı yapıp, rezil olacaktık millete…

Feyzullah: Yardımcı olmaya çalışıyorum abi… Çözüm üretmeye…

Hasan: Kalsın Feyzullah… Çözüm falan istemiyorum… Özellikle de senden. Bulacağız bir çaresini.

Davut: Yeğen benim bir fikrim var.

Hasan: Neymiş o?

Davut: Diyorum ki, kurutmayı satalım. Onun parasıyla da fabrikayı kuralım.

Hasan: Dayı… Vallahi tebrik ederim seni… Toplantının en dâhiyane fikri senden geldi.

Davut: Dim mi ama ya… Eeee, yeğen sakalımız yok ama yaşımız var. Ne demiş atalarımız, “Yaşı çok olanın, fikri de çok olur.”

Hasan: Hangi ata söylemiş bunu? İşkembe-i Kübra atası mı?

Davut: Olur mu, olmaz mı?

Hasan: Olur mu? Yahu dayıcım… Üç beş gün sonra, fabrikanın temelini atarken, tesisin de açılışını yapacağız… Düşünsene açılış kurdelesinin yanında, satılık pankartı… Olur mu hiç? Hem ortaklar ne der bu duruma?

Davut: Anlatırız derdimizi… “Sıkıştık, elimiz darlandı” deriz.

Hasan: Ortak da hemen ikna olur “verin kurtulun” der öyle mi? Yahu bilmiyor musunuz Hüseyin’in tayfasını? Adamlar en ufacık açığımızı arıyor. Böyle saçma sapan işlere kalkışıp, adamların ağzına laf mı verelim? Şöyle ele avuca gelir, dişe dokunur bir öneriniz varsa söyleyin… Yoksa…

Rüstem: Personel çıkaralım…

Davut: Ne?

Rüstem: Personel sayısını azaltalım…

Hasan: Azaltalım derken…

Rüstem: Başkanım biliyorsunuz kooperatifte dolgu malzemesi çok… Zamanında onun yeğeni, bunun kardeşi diyerek bir yığın adam aldık içeri. Ödemelerimizde de en yüklü kalemi personel maaşları tutuyor. Bu fazlalıklara yol verirsek, yükümüz azalır elimiz para görür biraz.

Hasan: Rüstem kimi çıkaracağız Allah aşkına… Çalışanların tamamı kooperatif ortaklarının eşi dostu akrabası… Kurutmaya bile açılış yapmadan bir kamyon adam başlattık. Herifler evlerinde oturup maaş alıyor. Böyle bir şey yaparsak… Yani personel çıkartırsak, sandığı rüyamızda görürüz artık.

Rüstem: “Salça fabrikası tamamlanınca oraya alacağız sizi” deriz. Maksat zaman kazanmak… Şu darboğazı atlatmak…

Hasan: Peki kabul ettik diyelim bu önerini… O zaman söyle bakalım; kaç kişi çıkaracağız ve kimleri çıkaracağız?

Rüstem: Başkanım onun çalışmasını bilahare yapar, isimleri belirleriz. Önemli olan bu personel çıkarma işi konusunda hemfikir olmamız.

Feyzullah: Bence mantıklı… Bu güne kadar avantadan aldıkları maaşlara saysınlar.

Davut: Bu iş bize ne kadar tasarruf sağlar onu hesaplamak lazım önce. Attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değer mi değmez mi onu görmek lazım evvela.

Rüstem: Ben muhasebeciyi alır, bir çalışma yaparım. Açılıştan önce de, üç aşağı beş yukarı bir rakam çıkartırım size.

Hasan: Tamam… Sen (vurgulu) dengeleri ve hassasiyetlerimizi de dikkate alarak bir çalışma yap bakalım. Ona göre toplaşıp bir karar veririz. Şimdi… Gündemin ikinci maddesine geçelim. Açılış ve temel atma töreni… Bu merasim için neler yapılacak, kim hangi işleri organize edecek onu bir konuşalım şimdi de…

Rüstem: Başkanım programın genel hatları hazır sayılır. Siz de uygun görürseniz, ben bir görev dağılımı yaptım. (Elindeki kağıdı uzatır)

Hasan: Konuklar ve protokol organizasyonu Rüstem… Sahne ve ses düzeni Davut… İkramlar Abidin… Bak, en isabetli görevlendirme enişteninki olmuş.

Abidin: Ne var bundan şimdi?

Hasan: Bi şey demiyom enişte. İkram işini sana vermek uygun olmuş diyom.

Abidin: Evvel Allah öyle hazırlık yapıcam, herkes parmaklarını yiyecek şerefsizim.

Hasan: Hiç şüphem yok. (Rüstem’e) İçecek bi şeyler ikram edicez mi konuklara?

Abidin: Merak etme, ben her şeyi düşündüm. Siparişleri bile verdim.

Hasan: Ne siparişi?

Abidin: İçeceklerin yahu.

 

  1. Tablo * Açılışa Gel Hanıııııım

 

Sağda ve solda gruplar halinde köylüler açılış töreni için beklemektedirler. Kendi aralarında konuşurlar. Önde iki kadın açılış kurdelesini, bir kadın da makas tepsisini tutmaktadır.

 

Sağ gruptaki köylüler konuşur.

 

1.Köylü: Fabrika masrafı kadar açılış törenine harcamışlar.

2.Köylü: İşimiz şan şöhret… Ne kadar şaşalı olursa o kadar iyi.

1.Köylü: Çiftçinin emeğini sömürdükleri yetmiyormuş gibi…

2.Köylü: Bu açılışa yapacakları masrafla bizim ürün taban fiyatlarını yükseltselerdi, cebimize üç kuruş daha fazla para geçerdi.

1.Köylü: Ürün bedeli ödemeye gelince, kırk dereden su getirirler ama gösteriş olunca kesenin ağzı sonuna kadar açık.

2.Köylü: Geçen mahsulün paraları ödenmedi daha. Neymiş efendim “Yatırım çok para yemiş” Yapma kardeşim o zaman.

1.Köylü: Kel başa şimşir tarak. Yahu senin leşperin parasını ödemeye takadin yok, dünyanın beşinci büyük fabrikasını kuruyorsun. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?

 

Sol gruptaki köylüler konuşur.

 

3.Köylü: Dünyanın beşinci büyük fabrikası olacakmış. Bu gurur bize yeter.

4.Köylü: Baksana Başbakan bile gelmiş açılışa. Bakanlar, vekiller, vali… Herkes burada. Ne mutlu. Beldemiz için büyük itibar.

3.Köylü: Akrabam diye söylemiyorum, başkanın çok emeği var bu işte. Allah bin kere razı olsun.

4.Köylü: Benim oğlan çalışıyo kooperatifte o söyledi. En son teknolojiyle yapmışlar. Fabrikanın bir ucundan domat giriyormuş, diğer ucundan kutusunda salça çıkıyormuş.

3.Köylü: Maşallah, maşallah.

4.Köylü: Oğlan kooperatifte çalışıyo, kızı da fabrikaya soktuk mu karada ölüm yok bize.

3.Köylü: Şu açılış işleri bitsin konuşurum ben Hasan’la sen hiç merak etme. Kızı da aldırırız.

4.Köylü: Çok sağ olasın. Gerçi bu sene domates veremicem kooperatife. Tüccarla tohurdan anlaştım.

3.Köylü: Ürün vermezsen olmaz. Üyeliğin düşer, kızın işi sakata gelir. Sen sıkma canını, gerekirse başkasından alıp iki ton teslim ederiz.

 

Başta Hasan, arkasında yönetim kurulu üyeleri arkadan gelir. Onların gelişiyle kalabalık hareketlenir, alkışlarlar.

 

Hasan: (Yanındakilere) Görüyonuz di mi kalabalığı? Maşallah.

Rüstem: Başkanım, tek tek bütün köylere dolmuş gönderdik. Kahvede tarlada ne kadar adam varsa hepsini topladık, getirdik.

Hasan: İyi yapmışsınız. Ne kadar kalabalık olursa, açılış da o kadar görkemli olur.

Davut: Bütün gazetelere de haber saldık. Yerel, genel bütün basın burada.

Hasan: Tamam. Önce ben bir konuşma yapayım. Arkasından keseriz kurdeleyi.

Rüstem: Başbakan burada başkanım. O varken size yakışmaz kurdeleyi kesmek.

Hasan: On tane makas var. Herkes bir ucundan keser. Konuşma metni nerede?

Rüstem: Müdüre yazdırıp, Abidin abiye vermiştim kâğıdı.

Abidin: Kâğıt mı ne kâğıdı?

Rüstem: Başkanın konuşmasının yazılı olduğu kâğıt.

Abidin: Başkanın konuşması mı?

Rüstem: Evet başkanın konuşması. Hani “Abi bu kağıdı sakla. Başkan açılış yaparken verirsin” diye vermiştim ya.

Abidin: Bana mı verdin?

Rüstem: Evet abi sana verdim.

Abidin: (Biraz düşünür) Haaa tamam hatırladım. Bi kağıt vermiştin. İyi de ben ne yaptım o kağıdı? Haaa hatırladım. Şey yaptım ben onu…

Hasan: Ne yaptın enişte?

Abidin: Şey yaptım. Arkasına ihtiyaçları yazıp bizim kâhyaya verdim. Kasabadan alsın diye…

Hasan: İyi halt ettin. Naapıcam ben şimdi?

Rüstem: Müdür tam bir gün uğraştı o konuşmayı yazmak için.

Abidin: Kâğıda ne gerek var yeğen. Çık anlat. Onu yaptık, bunu yaptık de.

Hasan: Yahu siyasilerin yarısı burada. Bi sürçü lisan edersek… Yalan yanlış bi şey söylersek… Benim siyasi hayatıma kastın mı var senin?

Abidin: Çok zorlanacaksan ben yapayım konuşmayı.

Hasan: Olur. Çık da, bunlar yaptı, ben de tüyünü dikiyorum de.

Feyzullah: Abi sıkma canını. Gerekirse biz arkadan takviye yaparız.

Hasan: Kalsın. Senin arkadan yapacağın takviyeyi bilirim ben.

Rüstem: Başkanım kalabalık huysuzlanmaya başladı. Çıkın konuşun bence. Fazla uzatmadan, kısa kısa anlatıverin.

Hasan: Tamam, tamam. Verin mikrofonu başlayalım o zaman. (Biraz bekler) Mikrofon?

Rüstem: (Davut’a) Davut abi, mikrofon?

Davut: Mikrofon mu?

Hasan: O da mı yok?

Rüstem: Ses düzeniyle sen ilgilenecektin abi… Mikrofon nerde?

Davut: Hoparlörleri falan kurdurduk. Tesisat da tamam. Ama mikrofon… Mikrofonu unutmuşuz.

Hasan: Delirteceksiniz beni. Yahu trilyonluk fabrikanın temelini atıyoruz. Ama yaşadığımız rezalete bak.

Davut: Tamam başkan. Merak etme ilgileniyorum ben şimdi.

Hasan: Yok kardeşim böyle olmaz. Yahu her şeyle ben mi ilgileneyim. Konuşma metni yok, mikrofon yok. Rezil olduk millete.

Rüstem: Sinirlenmeyin başkanım hallederiz şimdi.

Hasan: Neyi halledeceksin Rüstem. Saatlerdir oturttuk protokolü, bekletiyoruz. Ayıp yahu.

Feyzullah: Başkanım daha fazla gecikmeden başlayın isterseniz.

Hasan: (Sinirli bir şekilde kurdelenin önüne geçer. Seyirciye karşı konuşmaya başlar.) Değerli hemşerilerim. Hoş geldiniz.

Rüstem: Başkanım protokol…

Hasan: Evet… Eeee… Sayın… Eeee… Değerli… Çok değerli Başkanım… Başbakanım… Eeee… Valim… Sayın Valim… Demeden önce bakanlarım da buradalar. Kendilerine… Çok saygılarımı sunarım. Vekillerim… Onlar da burada. Efendim, başbakanım, bakanlarım, vekillerim… Efendim hoş geldiniz. Valim… Sayın valim… Siz de hoş geldiniz. Diğer konuklarımız da… Onlar da hoş geldiler. Fabrikamızın temel atma törenine hepiniz hoş geldiniz. (Alkışlar) Efendim, bu salça fabrikası… Güzel bir salça fabrikası yapacağız inşallah.

Davut: (Girer. Elinde bir mikrofon vardır.) Buldum, buldum.

Hasan: Nerden buldun bunu?

Davut: Belediyenin anons mikrofonu.

Hasan: Tamam. Ver bakalım. Se, se, se… Deneme bir ki… Se, se. Sesim Geliyor mu? (Alkışlar) Efendim, nerde kalmıştık? Büyük bir salça fabrikasının temeli için toplandık. Ne için? Sizin için. Ne için? Ortaklarımız için. (Alkışlar) Kakunya’nın milli menfaatleri için. (Alkışlar) Bu fabrikanın her santimetre karesinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı var diye, ne yapıyoruz biz? Çok çalışıyoruz. Çalışmaya da devam edeceğiz. (Alkışlar) Ne için kuracağız bu fabrikayı? Domatesler için. Onları daha iyi işleyelim diye. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var bu fabrikada. Bizim de var. Sizin de var. Hepimizin var.

Rüstem: Tamam başkanım, topla artık.

Hasan: Araştırdık, inceledik. Son teknoloji ile kuracağız. Sizlerin hizmetine açacağız. Açılış için değerli… Çok değerli… Başbakanımızı buraya davet ediyorum.

 

(Başbakan gelir. Herkes eline bir makas alıp kurdeleyi keser. Alkışlar.)

 

--------- YAZIMI DEVAM EDİYOR -----------